ALLAH'A İMAN BÜTÜN İNANCIN TEMELİDİR
Şüphesiz ki, Allah'a, taat ve ibadete layık, kahhar, muhtar, yüce varlığa iman; dinin ruhu ve özüdür. Aynı zamanda Allah'ın Kitabı'nın ve Resûlü'nün (s.a.s.) sünnetinin belirttiği gibi İslâm'ın ruhu, bütün inancın temelidir.
Kur'an-ı Kerim, imanın rüknü ve ona bağlı konulardan bahsederken, şu ayette olduğu gibi, O'na imanı bunların ilki ve temeli olarak ortaya koyar: "Peygamber ve müminler, O'na Rabbinden indirilene inanırlar. Yine hepsi Allah'a, ahiret gününe, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inanırlar.(Bakara,285)Diğer bir ayette ise: "...Lakin iyi olan (el-birr), Allah'a ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanan kimsedir.-(Bakara, 177)Başka bir ayet şöyledir: "Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin (imanınızda sabit olun). Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa dalmıştır." (Nisa, 136)
Allah Resûlü de meşhur Cibril hadisinde, kendisine iman hakkında sorulduğunda şöyle demektedir: "İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerre inanmaktır."
Asıl olan Allah'a imandır. Akaidin diğer kısımları buna izafe edilmiş, buna bağlanmıştır. Allah'a iman ettikten sonra, sırasıyla, meleklerine, kitaplarına, resullerine, dirilmeye, hesap vermeye, kaza ve kaderin O'ndan geldiğine iman edilir. Bütün bunlara iman etmek, Allah'a iman etmenin bir parçasıdır, akide bunun üzerine bina edilmiştir. Resûle iman, ancak O'nu gönderene imandan sonra tasavvur edilebilir. Ceza ve hesaba iman da ancak cezalandıran ve hesaba çekene imandan sonra mümkündür.
Allah'a iman doğal olarak, onun varlığına ve rububiyet ve uluhiyetinde vahdaniyetine, esmâ-i hüsnâsına, kendisinin layık olduğu sıfatlarla sıfatlanması ve bütün eksikliklerden uzak olduğuna imanı beraberinde getirir.
Bizim için Allah'ın varlığı kesinlikle şüphe bulunmayan bir hakikattir. Daha da öte, hakikatların en aşikâr olanıdır. Buna sağlıklı bünyeler tanıklık etmektedir. Olgun akıllar buna yönelmektedir. İlimde rüsuh (derinlikli bilgi) sahibi olanlar iç ve dış dünyalarında gördükleri dehşetengiz ibda, düzen, takdir ve hidayetten dolayı bu görüşü desteklemektedirler.
Eğer bu büyük hakikat, bazı insanlara gizli kalmışsa, bu; denildiği gibi, varlığının ve gizliliğinin şiddetinden dolayıdır.
İnsanlığın ortak olduğu fıtratı reddedip, aklın ve mantığın yoluna direnenler, Allah'ı inkar ederek tevhidin dışına çıkmış kişilerdir.
İslâm Tevhid Üzerine Kurulur
Gerçek şu ki, İslâm'ın, Allah Teâlâ'nın varlığına iman üzerine kurulması, bunun fıtrî bir gereklilik oluşundan dolayı değildir. Çok önemle üzerinde durduğu, ancak insanların bunda gafil olduğu, İslâm akidesinin özü ve İslâmî varlığın ruhu olan tevhid akidesinden dolayıdır. Bu evren üzerinde yaratmanın, hükümranlığın, dönüşün kendisine olduğu, her-şeyin Rabbi olan, her işi evirip çeviren, inkar edilmeye değil, sadece O'na iman edilmeye, küfredip nankörlük edilmeye değil şükredilmeye, isyana değil itaata lâyık olan bir tanrıya imandır. "İşte, Rabbiniz, Allah budur. O'ndan başka tanrı yoktur, her şeyi yaratandır. O her şeye vekildir. Gözler O'nu görmez, O bütün gözleri görür. O latiftir, haberdardır."(Enam, 102-103.)
İslâm geldiğinde, dünyanın her köşesinde şirk hakimdi. Arap yarımadasında, İbrahim'in (a.s.) dinine göre ibadet eden birkaç hanif ve semavî dinleri bozan putçu tahrifattan sağlam kalabilen ehli kitap kalıntılarından başka kimse yoktu. Arap toplumunun cahiliye döneminde boğazlarına kadar pulculuğa battıklarını bilmek bizim için yeterlidir. Bu o dereceye varmıştı ki, yalnızca Allah'a ibadet edilsin diye; Put kıran İbrahim (a.s.)'ın inşa ettiği Kabe'nin içinde ve çevresinde 360 tane put vardı. Bunun yanında, her evde, ev halkının taptığı bir put bulunuyordu.
İmam Buhari, Ebu Reca el-Hari'den şöyle rivayet etmektedir: Taşlara tapardık, ondan daha iyisini bulduğumuzda; onu atar, diğerini alırdık. Taş bulamadığımız zaman ise, bir avuç toprak alır, koyunu getirip üzerine sağar, sonra da onu yanımızda taşırdık."
Bundan başka, yaptıkları, çoğu zaman yolculuklarında yanlarında acveden.(Bir çeşit hurma. (Çev.) tanrılar taşırlardı. Yiyecekleri bitip açlık bastırınca, başka yiyecek bir şey bulamazlarsa, onu yerlerdi. Bu türden bir ilaha Kur'an şu ayetiyle işaret etmektedir: "Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de aciz." (Hacc, 73.)
Milâdî altıncı asırda Hindistan'da putçuluk o kadar artmıştı ki; o vakit 360 milyon tanrı vardı.
Semavi dinlere bile putçuluk girmiş, safiyetini bozmuş, arılığını yok etmişti. "Yahudiler 'Üzeyr Allah'ın oğludur' dediler. Hıristiyanlar, 'Mesih Allah'ın oğludur' dediler" (Tevbe, 30) Hıristiyanlara göre; İsa, Hak ilahtan hak bir ilahtır.
Birçok toplumda yaygın bulunan şirk türlerinden biri de, Allah'tan başka veya O'nunla birlikte ibadet edilen Allah'ın kız ve erkek çocuklarının olduğudur. Eski Hintlilerin Kirişna ve Buda hakkındaki zanları gibi.
Araplar da melekler hakkında şöyle bir zanda bulunmuşlardır. Onlar, Allah'ın kızlarıdır. Bu konuda Kur'an şöyle der: "Rahman çocuk edindi, dediler. Hayır, onlar, ikramda bulunulan kullardır. Allah'tan önce söz söylemezler. Ancak O'nun emriyle davranırlar. Allah, onların yaptıklarım ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar, Allah'ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. O'nun korkusundan titrerler. " (Enbiya, 26-28)
Bundan dolayı İslâm, büyük bir dikkat ve özenle ilim ve amel olarak Allah'ın birliğine davette bulunmaya, şirke karşı hem akide, hem de davranış noktasında direniş ve mücadeleye önem vermiştir: "Tanrınız, tek bir Tanrıdır. Rahman ve Rahim olandan başka tanrı yoktur. (Bakara, 163)
Fıtratın Allah'ın Birliğine Delalet Edişi
Fıtrî, aklî ve tarihî delillerin hepsi, ilahın bir ve tek olduğuna delalet etmektedir. İnsan, herhangi bir müdahale ve yönlendirme olmaksızın; fıtrat ve yaratılışı üzerine bırakıldığında, kendisinin, insan üstü, doğa üstü yüce bir güce yöneldiğini görür. İsteyerek ve korkarak ona duada bulunur. Özellikle; boğazına kadar battığında, nefes alması zorlaştığında, acı durumlarla yüz yüze geldiğinde, insanlar yardım elini çektiklerinde. İşte o zaman vehim, cehalet, heva ve çevre etkisiyle, kendisine yöneldiği, insan, hayvan, bitki ya da cansız sahte tanrılardan uzaklaşır, ihlasla Rabbine yönelir. Bu durum, batmak üzere olan gemi yolcularının kıssasına benzer. Kur'an şöyle buyurur: "Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgarla götürürken yolcular neşelenirler, bir fırtına çıkıp ta, onları her taraftan dalgaların sardığı ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise Allah'ın dinine sarılarak 'bizi bu tehlikeden kurtarırsan andolsun ki şükredenlerden oluruz' diye O'na yalvarırlar."(Yunus, 20)
Bu örneği, Allah'ın varlığına delil olması nedeniyle zikrettik. Bu, aynı zamanda O'nun birliğine de delildir. Şüphesiz insan dış etkilerden soyutlandığında, özüne döndüğünde, zorluk ve darlık anında puta dua etmez. Tersine, Allah'ın müşriklerin psikolojik yapısını belirtirken dediği gibi, tek olan, kendisinin ve her şeyin Rabbi olan Allah'a yönelir. "Dini ihlasla O'na tahsis ederek dua ettiler."
Aklî Deliller
Akıl da bu evrenin bir yaratıcısının bulunduğuna delalet eder. Bu koskoca evreni, içindeki küçük büyük, canlı cansız, dilli dilsiz, akıllı akılsız, değerli değersiz bütün varlıkları tek bir "yasa" düzenlemektedir. Bu yasa, hem atomu, hem saman yolunu düzenlemektedir. O kadar ki, fen bilgim atoma baktığında; yapısında güneş sisteminin yapısına benzer, farklı olmayan bir yapıyla karşılaşır. Bütün yaratıklarda çiftlik esastır. Eskiden insanlar bunu, insan ve hayvanda erkeklik ve dişilik olarak tanımlıyorlardı. Hurma gibi bazı bitkiler için de, aynı mülahazayı yaptılar. Daha sonra bilim, bütün bitkilerde erkeklik ve dişiliğin bulunduğunu keşfetti. Hatta elektrik gibi bazı cansız maddelerde de çiftliği eksi artı şeklinde buldular. Bütün evrensel yapının özü olan atom çekirdekle birlikte, bir eksi ve bir artı yükten oluşur. Bu yeni bilimsel buluş, ondört asır önce Kur'an'ın getirdiği şu hakikati tasdik etmekten ibarettir: "Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir." (Yasin,36.)
"İbret alasınız diye her şeyi çift çift yarattık. "(Zariyat, 49.)Bu "her şey" genellemesi, mecaz ve çoğunluk değil, hakikattir.
Bu evrenin birliğinin delillerinden biri de onun parçaları ve bölümleri arasındaki yardımlaşma, düzen ve ahenktir. Her bir parça diğer parçalara çarpmaksızın, seyrine engel olmaksızın kendi görevini yerine getirmektedir. Bununla da kalmayıp, ihtiyaç içinde olana yardım elini uzatmakta, kendisinde yoksa başkasından almaktadır. Hayvanlar alemi ile bitkiler alemi arasındaki ilişkide bunu açıkça görmekteyiz. Onlar kendi aralarında, hayatlarını devam ettirmek için solunum konusunda bir anlaşma mı yaptılar? Yoksa, bu iki alem arasındaki ilişkiyi bu şekilde düzenleyen biri mi var?
Güneş ile ay arasındaki ilişkiyi düzenleyen kimdir? Dünya ile ayınkini, ay ile güneşinkini, güneş sistemindeki yıldızların birbiriyle olan ilişkilerini, şu koskoca gezegenimizdeki milyonlarca yıldız kümesinin güneş sistemiyle ilişkisini düzenleyen kimdir? Gezegenimizle, diğer milyonlarca gezegen arasındaki düzeni sağlayan kimdir? Öyle ki, çatışmayıp, yardımlaşmaktadırlar. Bütün bunlar, bir hesap ve ölçüye göre değil midir? "Güneş ve ayın hareketleri bir hesaba göredir. Bitkiler ve ağaçlar onun buyruğuna boyun eğerler. O, göğü yükseltmiştir, tartıyı koymuştur. Artık tartıda tecavüz etmeyin. "(Rahman, 5-8).
"Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede seyrederler.(Yasin, 40)
Şüphesiz ki evrende, hem göz ile hem de basiret ile görülen bu birlik, hem Yaratıcının varlığının hem de O'nun birliğinin net bir delilidir. Eğer bu evrenin birden fazla yaratıcısı bulunsaydı, nizam bozulur, ölçüsü değişirdi. Her yaratıcının yarattığı ve hükümran olduğu şey üzerinde eserini görürdük. Böylece, yaratıcıların iradelerinin farklılığından dolayı yaratma kanun ve yöntemleri farklılaşır ve çatışırdı. Ve doğal olarak, evrenin toptan yok olmasına neden olurdu. Bu evrensel delile Kur'an gök ve yerden bahsederek şöyle işarette bulunur: "Eğer, yer ve gökte Allah'tan başka bir tanrı olsaydı, ikisi de fesada uğrardı. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.' (Enbiya, 22)
Diğer bir ayette ise şöyle der: "Allah çocuk edinmemiştir. O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur. Olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmaya çalışırlardı. Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir." (Müminun, 91)
Evrenin birliği delilinden yola çıkarak yüce Rabbin birliğine varma, sağlam insan aklının kabul ettiği bir şeydir. Akıl, çokluktan birliğe gitmeyi öngörür. Birçok nedenden bir nedene ulaşmaya çalışır. Nedenlerin nedeni O'dur. Bazı filozoflara evrenin yaratıcısına ilk illet dedirten de budur.
Naklî Deliller
Fıtrî ve aklî delillerden başka, naklî deliller de vardır. Bunlar, nesillerin Allah Teâlâ'nın kitap ve resullerinden çeşitli zaman ve mekanlarda, bir tek olan Allah'a (c.c.) imana, ortağı bulunmadığına, ibadetin yalnız O'na mahsus olduğuna ve Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmeksizin O'na şirk koşan kavimlerin inkarı hususunda edilen rivayetlerdir.
Yeryüzünün hidayeti için gökten indirilen, korunmuş (mahfuz) ilahî bir belge olan Kur'an bize; tevhid akidesiyle gönderilen bütün peygamberlerden haber vermektedir. Bu, Allah ile birlikte başkalarına ibadet ederek şirk koşanlara karşı onların ne aklî ne de naklî bir delillerinin olmadığının kanıtıdır. Gelin, Enbiya suresinin şu ayetlerine kulak verelim,Kur'an'ın onları nasıl azarladığını, nasıl meydan okuduğunu görelim: "Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı ölüleri diriltecekler? Eğer yer ve gökte Allah'tan başka tanrı olsaydı, ikisi de fesada uğrardı. Yoksa, O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki: 'Kesin delilinizi getirin. İşte benim ve ümmetimin Kitabı ve benden öncekilerin kitabı.' Hayır, onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler. Ey Muhammedi Senden önce gönderdiğimiz her peygambere; 'Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk edin' diye vahy etmişizdir." (Enbiya, 21-25.)
Ahkaf sûresinde ise; idraklarına nakli bir delille karşılık vermektedir: "Eğer doğru sözlü iseniz, size indirilmiş bir kitap ve intikal etmiş bir bilgi kırıntısı varsa; bana getirin." (Ahkaf, 4.)
Tevhid Allah'a İmanın Özüdür
Kardeşim, Allah'a imanın bütün İslâm akaidinin özü olduğuna inandıktan sonraki vazifen, Allah'ı birlemenin (Tevhid) Allah Teâlâ'ya imanın özü olduğunu öğrenmektir. Hak Tevhid'den ayrılırsa küfür olur, şirk olur, pislik olur, günah olur, büyük bir zulüm ve apaçık bir sapıklık olur.
Müslüman! Bunun için, Allah'ın emir buyurduğu, dinini üzerine bina ettiği, onunla kitabını indirdiği, Resûlünü gönderdiği, dünya ve ahiret mutluluğunun varlığına ve yokluğuna bağlandığı, ehline ve yardımcılarına cennetin, düşmanlarına ise cehennemin vadedildiği tevhidin hakikatini öğrenmen gerekmektedir. Birçok grup, kendisini ona nispet etmekte, kendilerinin gerçek tevhid üzere olduklarını, diğerlerinin ise batıl üzere olduklarını iddia etmektedirler. Şair şöyle der:
Herkes Leyla'yı elde ettiğini sanıyor
Ancak Leyla ne onu, ne de bunu kabul ediyor.
Aristo felsefesi savunucuları ve onu izleyen müslüman felsefecilerde, tevhidi şu şekilde görmekteyiz: Mahiyet ve sıfattan soyutlanmış bir varlığın ispat edilmesi. Daha da ötesi O, hiçbir mahiyeti olmayan, hiçbir sıfatı bulunmayan mutlak bir varlıktır. Bütün sıfatları ilave ve izafidir. Bunlar o kadar ileri gittiler ki, semavî dinlerin davet ettiği Rabbin zatını, O'nun alemi yarattığını, onu yönettiğini, orada ne olup bitiyorsa bildiğim inkara yöneldiler. Yıldızlar aleminin kadim olduğunu, Allah'ın ölüleri diriltmeyeceğini, peygamberliğin müktesep olduğunu söylediler. Bu, bir hurafedir. Bununla da yetinmeyip şunları ileri sürdüler: Allah'ın (c.c.) kesinlikle bazı varlıkları bilmediğini, dünyadaki bazı şeyleri değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini, yıldızların ne yaratıldığını ne de yok olacağını, helalin ve haramın, emir ve nehyin, cennet ve cehennemin olmadığı. İşte bu, onların tevhididir.
Peki, ya vahdet-i vücutçular? Onları duydun mu? Onlar, sadece kendilerinin muvahhid (birleyen) olduklarını, başkalarının ise muaddid (çoklayan, Çoğaltıcı) olduklarını zannediyorlar. Onların tevhid zannettikleri şeyi biliyor musun? Şudur: Şüphesiz ki münezzeh olan Hak, yaratılanın kendisidir. O, yani Allah, bütün mahlukatın kendisi, hakikatin mahiyetidir. O, her şeyin ayeti (işareti)'dir. Orada buna delalet eden işaret vardır. Bu, onların araştırmacılarının üslup hatasındandır. Daha da ötesi: İşaretin kendisidir, delilin kendisidir. Delil ve delillendirilendir. Taaddüd (çokluk) vehmi değerlendirmelerin bulunmasındandır, hakikat ve varlıktan değil! Bu, onlara göre; hem nikahlayanın, hem de nikahlananın, hem kesenin hem de kesilenin, hem yiyenin hem de yenilenin kendisidir. Onlara göre bu, ilk devir kuruntularının bir kalıntısıdır. Muhakkikleri İbn-i Seb'in'in de dediği gibi; nebevi mesajın da anlatmak istediği buydu.
Bu tevhidin bölüm ve sonuçlarından biri de şudur: Firavun ve Nemrud gibiler, kamil iman sahibi müminlerdir. Gerçekten Allah'ı tanıyanlardır. Puta tapanlar, Allah'tan başkasına değil, yalnızca O'na tapınışlardır. Onlar, hak ve hakikat üzeredirler. Anne, kız kardeş ve yabancı kadın, su ve içki, nikahın helalliği ve haramlığı arasında fark yoktur.,Hepsi, bir tek şeydir ve o, her şeydir. Peygamberler insanlara yolu zorlaştırmışlar, hedefi uzaklaştırmışlardır. İş, onların getirdiklerinin ve davet ettiklerinin çok çok ötesindedir.
Kendilerini "tevhid ve adalet sahibi" olarak adlandıran mutezilenin tevhid anlayışına da bakalım. Onlar tevhidi, beş temel ilkelerinin ilki yaptılar.
Bu mutezilî tevhidin içeriği hakkında ne biliyorsun? Onlar, Allah'ın takdirini inkar etmektedir. Evrenle ilgili Allah'ın iradesini, gücünü reddederler. Mutezilenin müteahhirin alimleri buna Cehmiyye'nin tevhidini de eklemişler ve tevhid şu şekle bürünmüştür: Kaderin, Allah'ın yüce sıfatlarının, güzel isimlerinin (esmâ-i hüsnâ) inkar edilmesi.
Bu bozuk tevhid anlayışının karşısına Cebriyye'nin tevhid anlayışı çıkmaktadır. Bunun da içeriği sudur: Hem yaratma işinin, hem de diğer fiillerin yalnızca Allah tarafından yapılması. Gerçekte, kullar bir şey yapamazlar, fiillerini yaratmazlar, buna güçleri de yetmez, onların ihtiyarî hareketleri, esen rüzgarın önündeki ağacın hareketinden bir farkı yoktur. Mahlukatta, yeti, yetenek, iç güdü, sebep yoktur. Ne olursa, sadece Allah'ın dilemesiyle olmaktadır. Bu, hiçbir sebep, hikmet ve tercihin olmadığını kabul etmektir.
Basiret sahibi, avamdan bazı dalalet içindeki müslümanların ve kendilerine şeyh süsü verenlerin tevhidinden habersiz kalır mı? Onlar din kisvesine bürünmekte, salih insan pozlarına girmektedirler. Onlar Allah'ı bırakıp veli, kutub, evsat, abdal v.b. sıfatlarla anılan kişilere dua etmekte, onlardan fayda beklemekte, onlardan korkmaktadırlar. Kabirlerini tavaf ederler, Allah'tan istediklerinden daha fazlasını onlardan isterler. Allah'tan diledikleri yardımdan daha fazlasını onlardan dilerler. Zor durumlarda onlara sığınırlar. İhtiyaçlarının giderilmesini ve zorluklarının sona erdirilmesini onlardan beklerler. Bunu, Allah ile kendi aralarında onlar bir aracı olarak gördüklerinden dolayı yaparlar ve şöyle derler: Araç olmasaydı, amaç yok olurdu.
Her şeyden önce; Hristiyanlığın tevhid anlayışını unutmamalısın. Onlar dinlerini, tevhid dini sanmaktadırlar. Şu söz ve inançlarıyla tevhid dairesinden çıkmaktadırlar: Allah, üçün üçüncüsü. Yani, baba, oğul, Ruh-ul Kudüs. Bu, bir aile ya da kutsal bir ortaklıktır. İlah baba, ilah çocuk, üçüncü olarak ta Ruh-ul Kudüs.
Onlara, bu "üç" sözünüzle tevhid nasıl oluyor dediğinizde; üç bir, bir de üçtür, akide konusunda aklın ve mantığın yeri yoktur, derler. Ve buradaki sloganları şudur: Körü körüne inan!
Bundan dolayı İslâm, hakkı batıldan ayırıp ortaya çıkarmak için öncelikle davette bulunduğu, bütün öğretilerini üzerine bina ettiği tevhidin hakikatim açıklamaktadır.
Nasıl Bir Tevhid?
İlmî, itikadi bir tehviddir bu. İlmî ve davranışsal bir tevhid. Diğer bir deyişle bu iki tevhid birbirinden ayrılmaz. Bilgide, ispatta, itikadda tevhid. İstekte, maksatta ve iradede tevhid.
Allah katında, O'na, O'nun zatında, sıfatlarında, fiillerinde ortağı, benzeri olmadığına, doğmadığına ve doğurulmadığına, ilmen ve itikaden inanılmadan tevhid gerçekleşmez. Aynı şekilde, niyet ve amel olarak, ibadet ve taati yalnızca Allah için yapmadıkça, O'na boyun eğmedikçe, O'na yönelmedikçe, O'na tevekkül edip, O'ndan korkup, O'ndan beklemedikçe bu tevhid yine gerçekleşmez.
İlk anlamdaki tevhid, İhlas suresinin tamamında, Âl-i İmran, Tâhâ, Elif Lam, Secde, Hadid surelerinin baş tarafında ve Haşr suresinin son bölümünde açıklanan tevhiddir. ikinci anlamdaki tevhid ise; Kafirun ve En'am surelerinin bütününde, A'raf suresinin ilk ve son bölümlerinde Yunus suresinin ilk, orta ve son bölümlerinde, Zümer suresinin ilk ve son bölümlerinde v.d. surelerde anlatılan ve Kur'an'ın davette bulunduğu tevhiddir. İbn-ül Kayyım, Kur'an bütün sureleri ile tevhidin her türünü de kapsamaktadır diyor.
Eski ve yeni birçok yazar birinci tür tevhide (itikadî tevhid), Rububiyyet Tevhidi, ikinci türe (amelî tevhid) ise; Uluhiyyet Tevhidi adını vermektedir.
Sanırım ki aziz okuyucu, bu iki terimin anlamının, Rabbinden bir delil üzre bulunman ve basiret sahibi olman için biraz daha aydınlatılması gerekiyor. Böylece yok olan delili ile yok olsun, yaşayan da delili ile yaşasın. Öyleyse, Rububiyyet ve Uluhiyyet Tevhidlerinin anlamı nedir?
Rububiyyet Tevhidi
Bunun anlamı, Allah'ın (c.c.) göklerin ve yerin Rabbi, içindekilerinin Yaratıcısı olduğuna, bu alemin bütününün egemenliğinin O'nun olduğuna, tasarrufunda bir ortağı bulunmadığına, hükmünde hesap vermediğine, her şeyin Rabbinin O olduğuna, her canlıya O'nun rızık verdiğine, bütün işleri O'nun evirip çevirdiğine, yalnızca O'nun yükselttiğine ve alçalttığına, yalnızca O'nun verdiğine ve engel olduğuna, zarar ve yarar verdiğine, sadece O'nun izzetli ve zelil kıldığına, onun dışındaki her şeyin ne kendisi için ne de başkası için, ne bir hayra ne de bir şerre ancak Allah'ın dilemesi ve izniyle gücü yettiğine inanmaktır. Bu tür tevhidi, eskiden dehriyyun (zamana tapanlar) ve çağımızda da komünistler gibi materyalistler inkar etmişlerdir. Materyalistlerin, tipik örneği, alemin sakin olduğuna inanan seneviyyedir. Onlara göre, bir nur (ışık) tanrısı, bir de zulmet (karanlık) tanrısı vardır. Cahiliye arapları gibi birçok müşrik bu tür tevhidi kabul ediyor, inkar etmiyorlardı. Kur'an onlar hakkında da şöyle der: "And olsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?' diye sorarsan, şüphesiz 'Allah'tır' derler." (Ankebut, 61) "And olsun ki onlara, gökten su indirip onunla, ölümünden sonra tekrar dirilten kimdir, diye sorarsan, şüphesiz Allah'tır derler." (Ankebut, 63) "Ey Muhammedi Biliyorsanız söyleyin, yer ve onda bulunanlar kimindir, de. Allah'ındır, diyecekler. Öyleyse ibret almaz mısınız, de. Yedi göğün de Rabbi, yüce arşın da Rabbi kimdir, de. Allah'tır, diyecekler. Öyleyse, O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız, de. Biliyorsanız söyleyin her şeyin hükümranlığı elinde olan, barındıran fakat himayeye muhtaç olmayan kimdir, de. Allah'tır, diyecekler. Öyleyse, nasıl aldanıyorsunuz, de."( Müminun, 84-89)''
Bu müşriklerin cevabıdır. Allah'ın evrenin Rabbliğini, her işi O'nun yaptığını kabul ettiklerini göstermektedir. Bu imanlarının bir gereği olarak yalnız O'na ibadet etmeleri, Rablerine ibadette başka bir ortak koşmamalarıdır. Ancak onlar tevhidin diğer kısmım, uluhiyyet tevhidini inkar etmişlerdir.
Uluhiyyet Tevhidi
Bunun anlamı, ibadette, boyun eğmede, kesin itaatte, ne yerde, ne de gökte tek ve ortağı olmayan Allah'ı birlemektir. Tevhid, rububiyyet tevhidine, uluhiyyet tevhidi katılmadan kesinlikle gerçekleşmez. Bu, tek başına yeterli değildir. Müşrik araplar da rububiyeti kabul ediyorlardı. Bununla birlikte, Allah'a ortak koştuklarından dolayı bu onları, İslâm'a sokmadı. Allah ile birlikte başka tanrılar edindiler. Bunların, kendilerini Allah'a daha fazla yaklaştıracağını, Allah katında onlara şefaat edeceğini sanıyorlardı.
Hıristiyanlar, Allah'ın göklerin ve yerin Rabbi olduğunu inkar etmediler. Ancak, O'na Mesih İsa'yı ortak koştular. O'nu Allah'tan başka ilah edindiler. Kur'an onların kendilerine cennetin haram, cehenneme girecek kafirler olduğunu haber vermiştir.
Çok eskiden beri insanlar bu tevhidden sapmışlar, Allah'tan başka birçok tanrıya ibadette bulunmuşlardır. Nuh kavmi; ved, süva, yeğus, yeuk, nesraya; İbrahim (a.s.)'in kavmi putlara, sebeliler güneşe, sabiîler yıldızlara, mecusiler ateşe, araplar putlara ve taşlara, Hıristiyanlar mesih ve annesine, haham ve rahiplere tapınışlardır. Bunların hepsi müşriktir. Çünkü, Allah'tan başkasının hak etmediği ibadeti O'na tahsis etmediler.
Sadece Allah'a yapılan ibadetin anlamı nedir?
İbadet:
İbadet, birbirine girmiş iki anlamı ifade eden bir kelimedir. Bir durumalışı betimler. Bu, sonsuz bir sevgi ile sonsuz bir tevazudur. Kamil bir sevgiyle bütünleşen kamil bir tevazu. İşte; ibadet budur. Tevazusuz sevgi, ya da sevgisiz tevazu ibadetin anlamını gerçekleştirmez. Bir parça tevazu ile bir parça sevgi de ibadeti gerçekleştirmez. Bütün bir tevazu ve bütün bir sevgi zorunludur.
İbadetin Çeşitleri ve Türleri:
Birçok kişinin sandığı gibi, ibadetin bir tek şekli yoktur. Tersine çeşitli tür ve şekilleri vardır:
a) Dua: Allah'a, faydalı bir şey istemek ya da zararlı bir şeyden uzaklaştırması, koruması, belanın yok olması ya da düşmana karşı zafer elde etmek v.b. şeyler elde etmek için yönelmektir. Kalbten gelen bir istekle, Allah'a yönelme, ibadetin özü ve ruhudur. Hadiste dendiği gibi, "dua ibadettir. "( Tirmizi)"
b) Dinî yükümlülükleri yerine getirme: Namaz,oruç, sadaka, hac, adak, kurban v.b.gibi.Bu ibadetlerin Allah'tan başkası için yapılması caiz değildir. Allah'tan başkasına, ne namaz kılınır, ne oruç tutulur, ne sadaka verilir, ne adakta bulunulur, ne kurban kesilir, ne de başka bir ibadet yapılır.
c) Allah'ın hüküm olarak koyduğunu kabul etme, teslim olma: Helali helal, haramı haram, hadleri ve dünya işlerini düzenleyen hükümleri olduğu gibi kabul etmek. Allah'a Rabb olarak iman eden birisi için, insanlardan, boyun eğdiği, hayatını düzenlediği hüküm, değer ve kanunları alması caiz değildir. Bu da ibadetten bir türdür.
Uluhiyyet Tevhidinin Önemi
Tevhidin bu kısmı, kısımlarının en büyüğü ve en önemlisidir. Aşağıda görüleceği gibi, peygamberlerin bütün dikkatlerini yönelttikleri budur. Tevhid kelimesini telaffuz ettiğimizde de zihnimize geliveren odur. Peygamberlerin gönderilmesi, kitapların indirilmesi onun içindir. Ondan dolayı kıyamet kopacak, hesaplar dürülecek, cennet ve cehennem pazarları kurulacak, insanlar üzgün ve mutlu olarak ayrılarak bir bölümü cennete, bir bölümü cehenneme gidecektir.
TEVHİDİN ŞİARI LA İLAHE İLLALLAH'TIR
Peygamberlerin getirdiği tevhidin hakikatini öz bir şekilde ifade eden bir şiar vardır. Bu, tevhid kelimesi, ihlas kelimesi ya da takva kelimesi olarak isimlendirilen Lailahe İllallah sözüdür. Bu büyük kelime, uluhiyyeti Allah'tan başka her şeyden kaldırıp atmayı, ve uluhiyyeti sadece O'na has kılmayı içermektedir. Gerçek olan ilah, yalnızca O'dur. Çeşitli zaman dilimlerinde, insanların O'ndan başka ibadette bulundukları ilahlar, cehalet ve vehmin yarattığı batıl sahte ilahlardır. Allah şöyle buyurmaktadır: "Keza Hak yalnız Allah'tır. O'nu bırakıp ibadet ettikleri ise batılın tâ kendisidir. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür."(Hacc, 62)
İlah, gerçekten ibadet edilendir. Yani ibadet edilmeye, itaat edilmeye, sevilmeye layık olandır. Bu da, ibadetin anlamı olan; sonsuz sevgi ve tevazu ile bütünleşmeyi gerektirip kemal sıfatlarla sıfatlanmayla gerçekleşir. Şeyh-ul İslâm İbn-i Teymiyye'nin deyimiyle ilah şudur: Sevgisiyle kalp dolduğu, ona tevazuda bulunduğu, boyun eğdiği, korktuğu, beklediği, zor anlarda kendisine sığındığı, ihtiyaçları için dua ettiği, maslahat anlarında tevekkül ettiği, ona iltica zikriyle sükunet bulduğu ve sevgisiyle rahatladığıdır. Bu da Allah'tan başkası değildir. Bunun için, "Lailahe illallah" sözlerin en doğrusu ve en faziletlisidir. İşin başıdır. Güzellerin güzelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.s)den rivayet edilen sahih bir hadiste: "Ben ve benden önceki peygamberlerin söylediği en hayırlı söz, Lailahe illallah'tır" buyurulmuştur.
Tevhid Peygamberlerin İlk Görevidir
Bütün semavi dinlerde, tevhidin ayrı bir önemi ve yeri vardır. Nuh (a.s.)'dan Muhammed (s.a.s.)'e kadar bütün peygamberlerin davetlerinde ilk konu tevhid olmuştur. Allah'ın, kullarına hidayet rehberleri olarak gönderdiği peygamberlerin ilk görevleri, birbirinden ayrılmaz ve birbirini bütünleyen iki temel üzerinde yükselmektedir:
a- Sadece Allah'a ibadete davet.
b- Tağutlardan uzaklaşmaya davet.
Bu konuda Kur'an şöyle buyurur: "And olsun ki, her ümmete, Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının diye peygamber gönderdik."(Nahl, 36) Peygambere hitaben de şöyle diyor: "Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz her peygambere, benden korkun, bana ibadet edin, diye vahyettik."
(Enbiya, 25)
Bundan dolayı, her peygamberin kavmine yönelttiği ilk çağrının şu olduğunu görüyoruz: "Ey kavmim! Kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah'a ibadet edin."(A'raf, 59)Nuh, Hud, Salih, Şuayb v.d. hakkında da Kur'an aynı şeyi zikretmiştir.
Müşriklere gönderilen ilk peygamber Nuh (a.s.)'un da kavmine şöyle dediğini görüyoruz: "Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik. Ben sizin için apaçık uyarayım, Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. "(Hud, 25-26.)
Sonradan kavminin kendisine Rabb olarak ibadet ettiği Meryem oğlu İsa da aynı şeyi diyor: "Ey İsrail oğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin, kim Allah'a ortak koşarsa; muhakkak Allah ona cenneti haram eder, varacağı yer ateştir, zulmedenlerin yardımcıları yoktur." (Maide, 72)
Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'in (s.a.s.) tevhide ve tağuttan sakınmaya daveti en belirgin, en kuvvetli, en derin ve en sonsuz olanıdır. Kur'an ve Sünnette, apaçık görülen ve İslâm'ın ilkelerinde, şeriatında, adabında ve ahlâkında anıtlaşan da budur.
Tevhid İslâm'ın Şiarıdır
İslâm'ın tevhide verdiği önemin görüntülerinden biri de onu kendisine, diğer dinlerin hepsinden -ister putçu olsun, isterse bozulmuş ehli kitap- ayıran bir özellik, şiar kılmasıdır. İslâm'ın tanımlandığı en meşhur şey, onun bir tevhid dini olmasıdır. İslâm'ın adı, bu iki cümlede vücud bulmuş ve kim bunu söylerse, İslâm'ın kapısından girmiş olmaktadır. Bu iki cümlenin ilki "Allah'tan başka tanrı olmadığına şehadet" ikincisi ise "Muhammed'in Allah'ın elçisine şehadet'tir.
Bu tevhidin ilanı, büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü müslüman sadece farz namazlarda dokuz kez tekrar etmektedir bunu. Beş kez de kamet getirirken. İslâm bununla da yetinmemiştir. "Allah'tan başka bir tanrı olmadığına şehadet ederim" nidasının minarelerden bütün dünyaya yüksek bir sesle günde beş kez yapılmasını emretmiştir. İslâm'ın yüceliklerinden biri de, müslüman baba için yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezan okumayı, sol kulağına kamet getirmeyi, çocuğun duyacağı ilk ses ezan olsun diye sünnet kılmıştır. Kendine takdir edilen ömrü noktalayıp ölüm geldiğinde; veli, dost ve akrabalarına düşen görev kelime-i tevhidi, Lailahe illalah'ı telkinde bulunmaktır.
Böylece, müslüman hayata adımını kelime-i tevhid ile atarken, hayata noktayı da kelime-i tevhid ile koymaktadır. Beşik ile ölüm döşeği arasında kalan zamandaki görevi, tevhidi ikame etmekten, ona davet etmekten başka bir şey değildir.
Tevhid Allah'ın Kullar Üzerindeki Hakkıdır!
Allah'ın Rasulü (s.a.s.) tevhidin, Allah'ın kullar üzerindeki hakkı olduğunu, ondan ayrılmanın ve gaflete düşmenin caiz olmadığını beyan etmesi bu ifadeyi desteklemektedir. Buhari ve Müslim'in Muaz b. Cebel'den rivayet ettiğine göre: Eşeğin üzerinde, peygamberin terkisindeydim. Bana dedi ki, Muaz, Allah'ın kullar üzerindeki, kulların da Allah üzerindeki hakkını biliyor musun? Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedim. Allah'ın kullar üzerindeki hakkı ona ibadet etmeleri, hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise; şirk koşmayana Allah'ın azap etmemesidir, buyurdu. Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlara müjde vereyim mi, dedim. Hayır, buna güvenip dururlar, buyurdu.
Bu haktaki sır, Allah'ın insanı yoktan yaratması, sayısız nimetlerle donatması, güneşi, ayı, geceyi, gündüzü emrine amade kılması, akıl vermesi, konuşmayı öğretmesidir. Bu, yaratıcının, rızık verenin, nimetlendirenin, öğretenin, esirgeyenin, bağışlayanın hakkıdır ki; kendisine nankörlük edilmeyip şükredilsin, unutulmayıp zikredilsin, isyan edilmeyip itaat edilsin.
Bunun için, bu hakkın açıklanması, tekid edilmesi hukuk-u aşere (on hak) olarak bilinen ayetin ilk tavsiyesidir. Şöyle buyuruluyor: "Allah'a ibadet edin, ona bir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilikte bulunun." (Nisa, 36) En'am süresindeki on tavsiyeyi içeren ayette de aynı şey zikrediliyor: "De ki: 'Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilikte bulunun. " (Enam, 151)İsra süresindeki hikmet tavsiyeleri de bu kabildendir: "Allah ile beraber başka bir tanrı edinme, yoksa yerilmiş ve tek başına kalmış olursun. Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmanızı emretmiştir." (İsrâ, 22-23)
Tevhid Müslümanın Hayattaki Çağrısıdır
Müslüman, hayatına tevhidle başlayıp, tevhidle sona erdiriyorsa; beşik ile mezar arasındaki görevi, tevhidi hakim kılma, ona davette bulunma olur, Allah, insan ve cinlerden mükellef olarak yarattıklarının görevini açıklarken şöyle buyuruyor: "Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Onlardan bir rızık istemem. Beni doyurmalarını da istemem. "( Zariyat, 56-57)
Ayet-i Kerime, Allah'ın (c.c.) onları, sadece ortağı olmayan Allah'a ibadet etmek için yarattığını açıklıyor. Bu, onların yaratılışlarındaki hikmet ve gayedir. Allah onları, kendisini tanımaksızın, kadrini bilmeksizin hayvanlar gibi yiyip içsinler diye değil, huşu ve tevazu içinde, ibadeti yalnızca O'nun için yapsınlar diye yaratmıştır.
Kim ki; varlığının amacını, hayattaki görevini ki, yalnızca Allah'a ibadettir- gerçekleştirmeksizin ömrünü geçirirse;akıl sahibi insanların düzeyinden hayvanların düzeyine -belki de onlardan daha aşağıya- düşmüş olur.
Tevhid İslâm Milletinin Diğer Milletlere Çağrısıdır
Tevhid, hayatta müslümanın mesajı olduğu gibi, müslüman ümmetin bütün milletlere de mesajıdır. Bunun için; Nebi (s.a.s.), kisraya, kaysere ve yeryüzünün diğer krallarına, şu ayetle davetini ulaştırmıştır: "Ey kendilerine kitap verilenler! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirinizi Rabb olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda ortak bir kelimeye gelin. Eğer, yüz çevirirlerse; bizim müslüman olduğumuza şahid olun, deyin."(Al-i İmran, 64) Sahabe (Allah hepsinden razı olsun) ve onların yolundan gidenler, bu mesajı ve ona karşı olan görevlerini biliyorlardı. Fars orduları komutanı Rüstem, Kadisiye savaşında, Rıb'î b. Amir'e, siz kimsiniz, amacınız nedir, diye sorduğunda şöyle cevap verir Amir: Biz, insanları kullara ibadetden sadece Allah'a ibadete, dünyanın darlığından genişliğine, dinlerin zulmünden İslâm'ın adaletine götürmek için Allah'ın gönderdiği bir milletiz."
Tevhid Ne İle Gerçekleşir?
Peygamberlerin getirdiği, İslâm'ın kökleşmesine,desteklenmesine ve korunmasına büyük önem verdiği tevhid, şu unsurlar oluşmaksızın gerçekleşemez, kökleşemez, dallanıp budaklanamaz:
a- İhlasla sadece Allah'a ibadet etmek.
b- Bütün tağutları inkar etmek, bunlara ibadet edenlerden, onları dost edinenlerden uzaklaşmak.
c- Şirkin bütün derece ve türlerinden sakınmak, ona giden yolları tıkamak.
İhlasla Allah'a İbadet
Bunun anlamı şudur: ta'zimi, sevgiyi, kesin tevazuyu ve uluhiyyeti O'na has kılmaktır. Bu üç şeyle gerçekleşir:
1 insanın Allah'tan başkasını, Allah'a tazimde bulunduğu gibi tazimde bulunacağı bir rab olarak
benimsememesi. Allah şöyle buyurur: "De ki: 'Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka bir Rabb mi arayayım?(Enam, 164)İnsanların, Allah'tan başka, ister taştan,isterse insandan olsun, ibadet ettikleri, ta'zimde bulundukları rablerinin hepsini terk etmeleri, yok etmeleri gerekir. Bundan dolayı; Allah Rasûlü'nün (s.a.s.)kral ve başkanlara daveti şuydu: "Sadece; Allah'a ibadet edelim, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım, Allah'ı bırakıp birbirimizi rabler edinmeyelim." (Âl-i İmran, 64)
2 Allah'tan başkasını, Allah'ı sever gibi severek dost edinmemek.Allah şöyle buyurur: "De ki: 'Gökleri ve yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah'tan başka bir dost mu edinirim?"
(Enam, 14.)Bir başka ayette: "İnsanlar arasında, Allah'ı bırakıp, O'na koştukları eşleri tanrı olarak benimseyenler ve onları, Allah'ı severcesine sevenler vardır. Mü'minlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir." (Bakara, 165)Onlar hakkında şöyle der: "Böylece Allah onlara, hasretini çekecekleri amellerini gösterir. Onlar, cehennemden çıkmayacaklardır."(Bakara, 167)Bunun anlamı şudur: onlar, dostlarını, velilerini, Allah'tan başkası için caiz olmayan saygı, korku ve ta'zimle karışık bir sevgiyle sevmektedirler.
Şeyhu'l-İslâm Muhammed b. Abdul vehhab şöyle der: "Onlar, Allah'a ortak koştukları eşlerini, O'nu sever gibi seviyorlar" ayeti, onların Allah'ı büyük bir sevgi ile sevdiklerini, ancak bunun onları, İslâm'a sokmadığını göstermektedir. Allah'a ortak koşulanı, Allah'tan daha fazla sevenin durumu ne olur? Allah'ı bırakıp, sadece ortak koşulanı sevenin durumu nedir?. "Tevhidin gerektirdiği, insanın sevgisini Allah'a halis kılmasıdır. Velayet (dostluk) hakkı yalnızca Allah'a aittir: "Demek onlar, Allah'tan başka dostlar edindiler. Halbuki dost (veli) ancak Allah'tır. O, ölüleri diriltir. Her şeye kadirdir." (Şura, 9)
3- Hakem olarak Allah'tan başkasını kabul etmeme. Allah şöyle buyurur: "Allah size Kitab'ı açık açık indirmiş iken ondan başka bir hakem mi isteyeyim. (Enam, 114)Bu, kullarının işlerine hükmetme hakkının, onların dinî ve dünyevî işlerini düzenleme yetkisinin kendisinde olmasıdır. Bu da, ancak Allah'tır. O, yarattığım bilir, onlara acır, onlar için neyin yararlı, neyin de zararlı olduğunu bilir: "Yaratan bilmez mi? O, latiftir, haberdardır." (Mülk, 14)
Bundan dolayı, Kur'an, yasamanın sadece Allah'a ait olduğunu belirtir: "Hükmetmek ancak Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil, sadece kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."(Yusuf, 40)
Aynı şekilde Kur'an, Allah'ı ve Resûlünü bırakıp başkalarına muhakeme için gidenleri, imanın gerçeğinden uzaklaşmış, şeytana itaate başlamış olarak görür: "Ey Muhammedi Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Tağutların önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onları, tanımamakla emr olunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister. Onlara, Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin, dendiğinde, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. (Nisa, 60-61)
Tağutu Reddetmek
Tevhidin gerçekleşmesindeki ilk unsur, ibadetin ihlasla Allah'a yapılmasıydı. O'ndan başkasının layık olmadığı ta'zim, sevgi ve ibadetin, yani uluhiyyetin O'na has kılınmasıydı.ikinci unsur, tağutları inkar, onlara ibadet eden, onları dost edinen herkesten uzaklaşmaktır. Bu o kadar önemlidir ki; Kur'an bazen tağutları inkarı, Allah'a imandan önce zikretmiştir. Bu hususta, Allah'a (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Tağutları inkar edip Allah'a iman eden kimse kopmak bilmeyen sağlam bir ipe tutunmuştur."(Bakara, 256)
Rasulullah Efendimiz şöyle buyurmaktadır: "Lailahe illallah deyip Allah'tan başkasına ibadet edilenleri inkar edenin malı ve kanı haramdır. Onun hesabı Allah'adır." (Müslim)
Kanın ve malın korunmuş olması için kelime-i tevhidi söylemek yeterli değildir. Allah'tan başka ibadet edilenlerin inkar edilmesi buna ilave edilmelidir.
Bu, eşyanın zıddıyla bilinmesindedir. Hakk'a iman ancak küfür ve batıl ehlinden uzaklaşmakla açığa çıkar, belli olur. Bundan dolayı, muvahhidlerin imamı İbrahim (a.s.), kavminin tanrılarından, putlarından beraatini, onlara olan düşmanlığını ilan etmiştir. Allah, şöyle buyurur: "İbrahim, babasına ve milletine, beni yaratan hariç, sizin ibadet ettiklerinizden uzağım. Beni doğru yola eriştirecek olan şüphesiz O'dur, dedi.(Zuhruf, 26-27)Başka bir ayette: "İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için tabi olunacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız, sizin dininizi inkar ediyoruz, bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a iman etmenize kadar ebedi düşmanlık ve öfke baş göstermiştir." (Mumtahine, 4) Böylece öğreniyoruz ki gerçek tevhid, Allah'a iman ve O'na ibadete, tağutu inkar ve dostlarından uzaklaşma eklenmeyince tamam olmaz. Bundan dolayı,bütün peygamberlerin kavimlerine daveti,daha önce de belirttiğimiz gibi,"Allah'a ibadet,tağuttan kaçınmaktır.(Nahl, 36)
Tağut:
Tağut, tuğyan kelimesinden türemiştir. Haddi aşmak anlamınadır. Anlamının sınırları konusunda selefin görüşleri farklıdır. Hz. Ömer (r.a..) "Tağut şeytandır" demiştir. Cabir (r.a.), şeytan kılığındaki kahinlerdir, demiştir. Malik'e göre ise, tağut; Allah'tan başka ibadet edilen her şeydir.
Bu görüşler, bazı tağut tipleri hakkında belirtilmiştir. Ancak, bütün çeşitlerine hasredilemez. İbn-i Kayyımın (r.h.) tağut hakkında söylediği en güzel sözdür: "Tağut, kulun haddini aşarak, ibadet ettiği, tabi olduğu, itaat ettiği her şeydir. Her kavmin tağutu, Allah ve Rasûlü'nü bırakarak, muhakeme olmak istedikleri, Allah'tan başkasına ibadet ettikleri, Allah'tan bir delil olmaksızın izinden gittikleri, Allah'a itaat etmeleri gereken yerde, itaat ettikleri şeydir. Bunlar dünyanın tağutlarıdır. Onları ve onlarla birlikte insanların durumunu düşündüğün zaman, çoğunun Allah'a ibadetten uzak ve tağutlara ibadet etmekte olduklarını, Peygambere (s.a.s.) itaattan uzak, tağut ve izleyicilerine itaat ettiklerim görürsün."