16 Aralık 2007 Pazar

İSLAM: KÜFÜR,Nifak Küfrü

İSLAM: KÜFÜR,Nifak Küfrü: "KÜFÜR,Nifak Küfrü
Bu küfür türü, kişinin kalbiyle inanmadığı halde zahirde diliyle tasdik ettiğini söylemesi, diliyle ve hareketleriyle hakka bağlanmış gibi görünmesidir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“İnsanlardan bazıları, inanmadıkları halde “Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler. Onlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir.” (Bakara: 8-9)
“Yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür. Bunun sebebi, onların önce iman edip sonra inkar etmelerindendir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar.” (Munafikun: 2-3)"

3 Aralık 2007 Pazartesi

MİLLİ VATAN

Vatan ve Milliyetçilik

___Vatan ve milliyetçilik Allah (c.c)’tan başka ibadet edilen bir tagut olabilir. Eğer sevgi ve düşmanlık vatan ve millet için olur, hak ve hukuklar İslam’a göre değil de vatanın sınırlarına ve milliyetçiliğe göre verilirse...
___Mesela; vatanın sınırları içinde yaşayan kimselere ne olursa olsun, isterse kafirlerin en kafiri olsunlar, her türlü hak, hukuk sağlanır ve dostluk gösterilir, fakat vatanın sınırları dışında yaşayanlara, insanların en takvalısı olsalar bile, aynı şekilde dostluk gösterilmez, aynı hak ve hukuklar verilmezse işte o zaman vatan ve milliyetçilik Allah (c.c)’tan başka ibadet edilen birer tagut olur.
___Yine, kandırılmış bir takım insanların milliyetçilik adına dillerinde geveleyip durdukları; “vatanın bölünmez bütünlüğü”, “milletin birleşmesi” gibi sözler vardır. Bu sözlerinden kastettikleri ise: Vatan toprakları içerisinde bulunan ve aynı millete tabi olan kimse veya partilerin, fikirleri ve dinleri ne olursa olsun vatan için, vatan ve millete karşı yapılacak saldırılara karşı birleşmesidir. Bu kimselere göre herşey vatan ve millet içindir. Öyleki kendileri için çok büyük bir önem ve değere sahip olan bu vatanı korumak gayesiyle gerekirse şeytanla bile birleşirler. Bir bakarsınız, bu gün vatanın en büyük düşmanı olarak ilan edilen ve ona karşı savaş hazırlıklarına girişilen bir ülke, yarın vatanın en önemli müttefiki ilan edilmiş ve sanki yüz yıllardır dostlukları sürmekte ve aralarında hiçbir husumet olmamıştır.
____Her kim yahudi, hristiyan ve diğer kafirler ile müslümanlar arasında sadece vatan ayırımı yapar ve bu dinlere mensub olan bütün vatandaşları eşit tutar, hepsine aynı hükmü verirse, şüphesiz en büyük küfrü işlemiş olur. Zira bu kimse dostluk ve düşmanlık konusunda vatan ve milliyetçiliği Allah (c.c)’a ortak koşmuş, dostluk ve düşmanlığı akide ve din için değil vatan ve toprak için yapmıştır. Böyle bir düşünce, inanç veya amel, dostluk ve düşmanlığın sadece din ve akide için olması gerektiğini bildiren Allah (c.c)’ın ayetlerini ve rasulün sözlerini reddetmek demektir.
____Bu gün vatan ve milliyetçilik duygusu o kadar yüceltilmiştir ki, nesiller bu fikirler üzerinde terbiye edilmiş, her hayır adeta vatan ve milliyetçilik için yapılır olmuştur. Bu fikrin yayılması için yayın organları da yerli yerinde kullanılmış böylece, sadece Allah (c.c) ve Allah (c.c)’ın rızasını kazanmak için yapılması gereken ameller vatan için yapılır olmuştur. Vatan için cihad yapılmış, vatan için maddi yardımlar toplanmış, vatan için ölünmüş ve vatan için dostluk ve düşmanlık gösterilmiştir.
____Rasulullah (s.a.s)’a bir adam gelerek şöyle sordu:
____“Bir kişi ganimet için, bir diğeri şöhret için, bir başkası da makam sahibi olmak için çarpışıyor. Bunlardan hangisi Allah (c.c) yolundadır?”
Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:
____“Kim Allah (c.c)’ın kelimesi yükselsin diye savaşırsa, işte o Allah (c.c) yolunda çarpışmıştır.”(Buhari)
Rasulullah’ın bu sözü, cihadın alanını sınırlandırarak, İslam şeriatinin teşvik ettiği cihadın sadece Allah için ve Allah (c.c)’ın şeriatini hakim kılmak için yapılması gerektiğini haber vermektedir. Bunun dışında yapılan savaşlar, gayesi ne olursa olsun batıl ve Allah yolunda değil, tagut yolunda yapılmış savaşlardır.
____Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
____“İman edenler Allah yolunda çarpışırlar, kafirler ise tagut yolunda çarpışırlar.” (Nisa: 76)
Bu ayet, savaşların ancak iki şey için olacağını, bir üçüncü şey için olmayacağını göstermektedir. Savaşlar ya Allah (c.c) ve Allah (c.c)’ın şeriatinı hakim kılmak için ya da tagut için yapılır. Allah’ın şeriatini hakim kılmak için yapılmayan savaş, tagut için yapılmıştır.
Şöyle sorulabilir: “Vatan için çarpışmanın ve onun için herşeyi feda etmenin caiz olmadığını söylüyorsunuz. Oysa İslam diyarını müdafa için çarpışmanın müslümanlara farz olduğu bilinmektedir. Öyleyse bu meseleler arasında bir zıtlık yok mudur? Ayrıca Rasulullah (s.a.s) bazı hadislerinde; malı ve ırzını müdafa için zalime karşı savaşarak ölen kişinin şehid olduğunu söylemiştir. O halde bu rivayetler sizin söylediğinize zıt değil midir?
____Bu soruya cevab olarak diyorum ki: “Vatan için çarpışmanın ve onun için ölmenin caiz olmadığına dair söylenen sözle, İslam diyarını korumak için çarpışmanın müslümanlara farz olduğunu, malı ve ırzını korumak için zulme karşı çarpışarak ölenin şehid olduğunu söylemek arasında Allah (c.c)’a hamd olsun ki herhangi bir zıtlık yoktur.
____Sadece Allah (c.c)’ın rızasını elde etmek, Allah (c.c)’ın emrini yerine getirmek ve Allah (c.c)’ın hükmünü uygulamak gayesi ile vatan, mal ve ırz gibi değerleri korumak için çarpışmakla, Allah (c.c) rızasını gözetmeksizin sadece belli bir şeyi elde etmek için çarpışmak arasında elbetteki fark vardır.
____Birincisinde yapılan şey; sadece Allah (c.c)’ın emrini uygulamak için yapılmıştır. Bu ise Allah (c.c)’a yaklaşmak için yapılan en yüce ibadettir.
İkincisi ise; Allah (c.c)’ın emrine riayet edilmeksizin ve önemsenmeksizin yapılan şirk ve batıl bir ameldir.
____Ayrıca insanın vatanını sevmesi, doğduğu, yetiştiği yeri özlemesi meşru olan ve İslam’a zıd olmayan bir durumdur. Böyle bir durum ile vatan için dostluk ve düşmanlık yapmak ve sadece vatanı bir gaye görerek her şeyi vatan için yapmak arasında fark vardır. Bu durum İslam’a zıttır ve meşru değildir. Zira bu gibi durumlar, daha önce geçtiği gibi, vatanı Allah (c.c)’a denk tutmak demektir.
____Maalesef zamanımızdaki insanların çoğu bu iki durumu, ya bilerek ya da cahilliklerinden karıştırmakta, dolayısı ile Allah için değil, Allah’a isyan etmiş tagutları, onların yasalarını, taguti bir rejim olan cumhuriyeti, küfür bir inanç olan demokrasiyi, laikliği, kafirleri, müşrikleri, kafir ve İslam düşmanı başka ülkelerin menfaatlerini, yahudi ve hırıstiyanları, fahişe, pezevenk, faizci, tefeci, korkak ve sömürücüleri korumak için ölenlere şehid sıfatını vermektedirler. Böylece, İslami bir kavram olan “şehid” kelimesinin manasını tahrif etmiş ve ona tagutların hoşuna gidecek başka bir mana yüklemişlerdir. Aynı “ilah”, “rab”, “din”, “ibadet” v.s. kavramlarında olduğu gibi...
____Oysa İslamda şehid; “la ilahe illallah kelimesini yükseltmek ve bu gaye ile yukarıda saydığımız kötülükleri ortadan kaldırmak için savaşanlara verilen çok üstün bir sıfattır. Şehid denince ilk akla gelen; İslam dini, la ilahe illallah kelimesi, bu yolda kafirlerle savaş, bu yolda lezzetli bir ölüm ve Allah (c.c)’ın cennette vereceği üstün mevkilerle nimetlerdir. Bütün bu sayılan değerlere inanmadığı, bilakis bunlara düşman olduğu halde kendi yolunda ölenlere “şehid” diyen yalancı ve soytarıların gayesini bir düşün? Cahil insanların dini duygularını kullanarak taguti saltanatlarını korumak değil mi?
____Yeryüzünde Rasulullah (s.a.s)’ın kalbine en sevgili yer Mekke idi. Fakat onun kalbinde Allah (c.c), o yerden daha sevgili, daha değerli ve daha yüce idi. Bu iki şey arasında yani; çocukluğunu, gençliğini geçirdiği, yetiştiği ve sevdiği Mekke’de kalmakla İslam diyarı Medine’ye Allah (c.c) için hicret etmek arasında tercih yapmak zorunda kalınca, Allah (c.c) sevgisini vatan sevgisinden üstün tutarak Medine’ye Allah (c.c) için hicret etmeyi Mekke’de kalmaya tercih etti. Sahabeler ve onlara bağlı olanlar da bu yolu takib ettiler. İnşeallah bizler de onları örnek alarak onların yaptığı gibi yaparız!”
____Hz.Muhammed(sas) Buyuruyorki:''Hubbül vatan,minel iman=Vatan sevgisi imandandır''
O Vatan ki,üzerinde Allah(cc)ın dediği olur.O vatan ki.Kur'an hakim olur.İşte o vatan kutsaldır.Bir saat sınırda nöbet tutmak,bir yıllık nafile ibadetten daha hayırlı olur.
_________________________

1 Aralık 2007 Cumartesi

İMAN KÖPRÜSÜ YIKILDI




Osmanlıyı Yıkanlar.Müslüman halkı içerden çökertmek için,Her türlü şeytani pılanlarını uyguluyarak,Ayrımcalık yaparak,Laik Demokrasi adı altında.Müslümanın tarihi bağlarını koparmaya çalışıyorlar.Bugün PKK,Ermeni piçlerinin oyunudur,HAÇ,a taban ABD ve AB gibi Hıristiyanlar Pislikleridir.Bunlarla Alakasını kesmeyen kardeş olan Dahili bedbahtlar.Siyasi arenada Bunalara kardeş olmuş zalimlerdir.Bağ Köprümüz yıkılmıştır.Bu köprüden Yahudi ve Hıristiyanlar geçemezler.Ermenilere geçit yoktur.

11 Kasım 2007 Pazar

Rızık Veren Allahdır


Sabahleyin aç olan bu kuşlar,akşamleyin tok olarak dönerler.
Bütün canlıların rızkını Allah verir.

6 Ekim 2007 Cumartesi

Kul'un Rabbini Bilmesi

KULUN RABBİNİ BİLMESİ

Sana rabbin kim? diye sorulduğu zaman şöyle cevap ver: Benim Rabbim Allah'tır. O ki beni ve bütün yaratılmışları (alemleri) nimeti ile terbiye eden, yetiştiren Allah'tır. O benim kendisine ibadet ettiğim, O'ndan başka hiç bir ilahın olmadığı Allah'tır. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Hamdın her türlüsü alemlerin Rabbi olan Allah içindir. (Fatiha Suresi: 2) Allah'ın dışındaki her şey (yaratılmış) bir alemdir. Bende bu alemden (yaratılmışlardan) biriyim.
Sana Rabbini ne ile, nasıl tanıdın, bildin? diye sorulduğu zaman şöyle cevap ver: O'nu (varlığına delalet eden) eylemleriyle ve mahlukatlarıyla bildim. Gece, gündüz, güneş ve ay onun ayetlerindendir. Yedi kat gök ve yedi kat yer ve aralarındaki her şey onun mahlukatlarındandır. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Gece ile gündüz, güneş ile ay (Allah'ın varlığına delalet eden) onun ayetlerindendir. Güneş ve ayı (Rabler edinip) secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin. Eğer Allah'a ibadet ediyorsanız." (Fussilet Suresi 37. ayet)
Ve şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki sizin Rabbiniz olan Allah, gökleri ve yeryüzünü altı günde yaratmış ve sonrada arşın (tahtın) üstüne yükselmiştir. Gündüzün aydınlığını, onu süratle takip eden gece ile örten, güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğdiren O'dur. Böyle de her şeyi yoktan var etmek ve yarattıkları üzerinde tasarruf ve hüküm sahibi olma hakkı (yalnızca) Allah'ındır. Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah hayrı bol olandır." (Araf Suresi 54. ayet)
Rab; ibadet edilendir. Buna delil ise yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin. Umulur ki (böylece Allah'ın azabından) kurtulmuş olursunuz. O Rab ki sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü de sağlam bir çatı yaptı. Gökyüzünden yağmuru indirip onunla sizin için çeşitli meyveleri rızık olarak çıkardı. Öyle ise siz bunları bildiğiniz halde Allah'a ortak koşmayın." (Bakara Suresi 21-22. ayetler)
(Büyük tefsir alimlerinden) İbn-i Kesir (Allah ona rahmet etsin) şöyle buyurmuştur. İbadete müstahak olan bu kadar çeşitli mahlukatı yaratan, Allah'tır.
İbadet Çeşitleri: Allah'ın yapılmasını emrettiği; islamın şartları, imanın şartları ve ihsan gibi ibadetlerdir. Öyle ise dua, korku, ümit etmek, tevekkül etmek, isteyerek yönelmek, çekinerek korkmak, itaat ederek sakınmak, bilerek korkmak, yönelmek, yardım dilemek, sığınmak, imdat dilemek, kurban kesmek, adak adamak, yardımını beklemek hep ibadet çeşitlerindendir. Bunlar gibi Allah'ın emrettiği bütün ibadetler yalnızca Allah için yapılır. Bu ibadetlere deliller ise Yüce Allah'ın şu ayetleridir.

Dua: "Muhakkak ki mescitler (ibadet yerleri) yalnızca Allah'a aittir. Dolayısıyla Allah'tan başka birine dua (ederek ibadet) etmeyin."(Cin Süresi: 18)
Kim Allah'tan başkasına dua eder yada duasında Allah'la beraber başkasını da ortak koşarsa, yada duasının bir kısmını başka bir şeye niyazda bulunmak için harcarsa şirke düşer, kafir olur. Buna delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Kim Allah'la beraber başka bir ilaha (mabuda), ilahlığına hiç bir delili olmadığı halde dua edecek olursa, muhakkak ki onun cezası (hesabı) Rabbin katında olacaktır. Şüphesiz ki kafirler iflah olmayacaklardır." (Müminun Suresi: 117)
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:"Dua ibadetin beyni (özü)'dür."
Ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Sizin Rabbiniz buyurdu ki; Bana dua edin de dualarınıza cevap vereyim, icabet edeyim. Muhakkak ki bana ibadet etmekten kibirlenenler hakir ve küçük düşürülmüş olarak cehenneme gireceklerdir." (Gafir Suresi 60. ayet)


Korku: Bu ibadete delil ise Yüce Allah'ın şu ayetidir:Eğer iman eden kimseler iseniz, onlardan (kafirlerden) değil benden korkun" (Ali İmran Suresi: 175. ayet)

Ümit Etmek: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:"Kim Rabbi ile karşılaşmayı ümit ederse salih amel işlesin ve Rabbine yapmış olduğu ibadetlerde ona kimseyi ortak koşmasın" (Kehf Suresi 110. ayet)

Tevekkül Etmek: Bu ibadetin delili ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:"Kim Allah'a tevekkül ederse Allah ona yeter" (Talak Suresi 3. ayet)

İsteyerek Yönelmek, Çekinerek Korkmak, İtaat Ederek Sakınmak: Bu ibadetlere delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Şüphesiz ki Onlar hayırlı işleri yapmada acele ederler, ve bize korku ve istekle dua ederler. Onlar bize karşı (emirlerimize) itaat ederek sakınırlar"

Bilerek Korkmak: Bu (ibadete) delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Onlardan değil, asıl benden bilerek (gerektiği gibi) korkun" (Bakara Suresi:150. ayet)


(Allah'a) Yönelmek: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:"(Her işinizde) Rabbinize yönelin ve (nefislerinizle) O'nun (emirlerine, dinine) teslim olun." (Zümer Suresi 54. ayet)

Yardım Dilemek: Bu (ibadete) delil ise Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Yalnız sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz" (Fatiha Suresi 5. ayet)
Peygamber efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Yardım dilediğin zaman Allah'tan yardım dile"


Sığınmak: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:"De ki: İnsanların Rabbi ve Hükümranı olan Allah'a sığınırım" (Nas Suresi 1-2. ayet)

İmdat Dilemek: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Rabbinizi imdada çağırdınız da (O da hemen akabinde) sizin bu çağrınıza cevap vermişti(karşılık vermişti). (Enfal Suresi 9. ayet)

Kurban Kesmek: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:"De ki: Benim namazım, kestiğim kurban, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun (bu ibadetlerde) hiç bir ortağı yoktur. Ben bununla (bu ibadetleri yapmakla) emrolundum ve ben ilk Müslüman olanım." (Enam Suresi 162-163. ayetler)
(Peygamber efendimiz) sünnetinde şöyle buyurmuştur:" Allah kendinden başkası için kurban kesene lanet etmiştir."


Adak Adamak: Bu (ibadetin) delili ise Yüce Allah'ın şu sözüdür:"Onlar adaklarını yerine getirirler ve şerri, kötülüğü yaygınlaşmış olan (o) günden korkarlar" (İnsan Suresi 7. ayet)

Lailahe İllellah'ın Manası

LA İLAHE İLLALLAH'IN MANASI
La ilahe illallah'ın manasını daha önce geniş olarak açıklamıştık. Bu konuyu tekrar ele almamızdaki sebep; bazı ayet ve hadislerle konuya daha fazla açıklık getirmek ve bütün ibadetlerin sadece Allah'a yapılması gerektiğini, ölülerden veya ölmüş salih kimselerden veyahut meleklerden yardım istemenin ve onları yardıma çağırmanın şirk olduğunu zihinlere iyice yerleştirmektir.
Aşağıda zikredeceğimiz ayetler böyle kişiler hakkında nazil olmuştur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "De ki: "O'nun dışında (ilah olarak) öne sürdüklerinizi çağırın. Onlar sizden ne zararı uzaklaştırabilirler ne de onu yararınıza dönüştürebilirler."Onların taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. O'nun rahmetini umarlar, azabından da korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur." (İsra: 56-57)
Şimdi bu ayetleri inceleyelim:
"Ey Muhammedi Allah'tan başkasına ibadet eden şu müşriklere de ki: "O'nun dışında (ilah olarak) öne sürdüklerinizi çağırın."
Yani; putları, ortaklan çağırın. Onlara yalvarın ve onlardan isteyin. Şüphesiz ki onlar sizin bir sıkıntınızı dahi gidermeye ve değiştirmeye güç yetiremezler. Sıkıntıyı sizden alıp başkasına da veremezler. Fakat bütün bunlara kadir olan ancak ve ancak eşi ve şeriki bulunmayan Allah'tır.
Avfi, İbn-i Abbas'tan rivayetle bu ayet konusunda şöyle dediğini bildirir:"Şirk ehli diyorlar ki: "Biz meleklere, Mesih'e (İsa'ya) ve Uzeyr'e ibadet ederiz." Onların ibadet ettikleri; Melekler, Mesih ve Uzeyr idi."
"Onların taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar."
Buhari, Abdullah b. Mes'ud'un bu ayet hakkında şöyle dediğini nakleder:"İnsanlardan bir topluluk cinlerden bir topluluğa tapıyordu. Cinler müslüman oldular ama onlara ibadet eden insanlar bunlara ibadet etmeye devam ettiler."
Abdullah b. Mes'ud'un sözünden ayetteki "vesile" nin "İslam" manasına geldiği anlaşılmaktadır.
"Onun rahmetini umarlar, azabından da korkarlar."
İbadet; ancak korku ve ümitle tamamlanıl'. Korkuyla kişi kötülüklerden sakınır, ümitle itaate devam eder.
"Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur."
Allah'tan sakınılması ve cehenneme düşüp yanmaktan kaçınılması gerekir. Ateş azabından Allah'a sığınırız.
Bu ayetlerden apaçık anlaşılan gerçek şu ki: İnsanın salih kimseleri Allah'la kendisi arasında vasıta tayin ederek bunların kendisini Allah'a yaklaştıracağına inanması veya zannetmesi büyük şirklerdendir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını(din adamlarını) ve Meryem oğlu Mesih'i Rab edindiler." (Tevbe: 31)
İmam Ahmed, Timsizi ve İbn-i Cebir'in çeşitli yollardan olmak üzere Adiyy b. Hatam (r.a)'den rivayetlerine göre Rasulullah (s.a.s)'in daveti ona ulaştığında Şam'a kaçmıştı. O, cahiliyyet devrinde hristiyan olmuştu. Kız kardeşi ile birlikte kavminden bir grup esir edilmişti. Sonra Rasulullah (s.a.s) kız kardeşine ihsanda bulundu ve ona hediyeler verdi. O da kardeşine dönerek onu İslam'ı kabule ve Rasulullah (s.a.s)'in yanına gelmeye teşvik etti. Adiyy Medine'ye geldi. Kabilesi Taya içinde olup babası Hatam et-Tai cömertliğiyle meşhurdu. İnsanlar onun geldiğini haber verdiler. Adiyy boynunda gümüşten bir haç olduğu halde Rasulullah (s.a.s)'in yanına girdi. O sırada Rasulullah (s.a.s): "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını (din adamlarını) ve Meryem oğlu Mesih'i Rab edindiler" ayetini okudu. Bunun üzerine Adiyy Rasulullah'a dedi ki:
"Muhakkak onlar, onlara ibadet etmiyorlar ki" dedi.
Rasulullah (s.a.s):
"Onlar Allah'ın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi helal kıldıkları zaman onlara itaat etmiyorlar mı?" dedi. Adiyy b. Hatem: "Evet" deyince Rasulullah (s.a.s):
"işte böylece onlara ibadet ediyorlar" buyurdu. Daha sonra Rasulullah (s.a.s):
"Ey Adiyy! Ne dersin? Seni "Allah en büyüktür" denilmesi mi kaçırdı? Allah'tan başka daha büyük bir şey biliyor musun? Seni kaçıran nedir? "La ilahe illallah" denilmesi mi seni kaçırdı? Allah'tan başka ibadete layık ilah biliyor musun?" buyurup onu İslam'a davet etti. Adiyy gerçek bir şahadetle şehadette bulunarak müslüman oldu.
Adiyy şöyle anlatır:
"Gördüm ki Rasulullah'ın yüzü açıldı, neşelendi ve şöyle buyurdu:
"Muhakkak ki yahudiler gazaba uğramışlardır, hristiyanlar ise sapılmışlardır."
Bu ayeti Huzeyfe b. Yeman, Abdullah b. Abbas ve başkaları aynı şekilde tefsir etmişlerdir.
Suddi (r.a) bu ayet hakkında şöyle diyor:
"Onlar insanları nasihatçı kabul ettiler. (Yani insanların öğütlerini dinlediler). Allah'ın kitabını ise terk edip arkalarına attılar. İşte bunun içindir ki Allah (c.c): "Oysa tek olan Allah'tan başkasına ibadet etmemekle emrolunmuşlardı." buyurmuştur.
O bir şeyi haram kıldığında o haramdır. O'nun helal kıldığı helaldir. Koyduğu kanuna tabi olunur. Hükmettiği şey uygulanır.
"Ondan başka ibadete layık ilah yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir."
Ortaklardan, benzerlerden, yardımcılardan, zıtlar-dan, çocuklardan münezzeh, mukkaddes ve yücedir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"İnsanlar arasında Allah'ı bırakıp O'na koştukları eşleri Allah gibi sevenler vardır. Halbuki iman edenlerin Allah'ı sevmesi her şeyden fazladır. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman hiç tartışmasız bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi." (Bakara: 165)
Allah (c.c) bazı kimselerin Allah'tan başkalarım Allah kadar sevdiklerini söylüyor. Bundan apaçık anlıyoruz ki, bu kimseler Allah'ı çok sevdikleri halde bazı şeyleri Allah kadar sevdikleri için müşrik oluyorlar.
Allah'tan başkalarını Allah kadar sevenler cehennemin azabını hak ettiklerine göre, Allah'tan başkasını Allah'tan çok seven veya Allah'ı hiç sevmeyenlerin durumu acaba nasıl olur?
İhlaslı olan bir mü'min sadece Allah'ı sever. Diğer insanlara ise Allah için sevgi besler veya Allah için buğz eder (sevmez). İşte gerçek iman ve ihlas budur.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Kim "La ilahe illallah" derse ve Allah'tan başka tapılanları reddederse malı ve kanı haram olur. Onun hesabı Allah'a aittir." (Müslim)
Bu hadisi şerif "La ilahe illallah"ın manasını en güzel şekilde açıklayan hadistir. "La ilahe illallah"ı sadece dille söylemek, kişinin malını ve kanını haram kılmaz. Hatta kişi manasını bilerek ve tasdik ederek söylese bile kabul edilmez. Ancak ve ancak manasını bilip kalbiyle ve diliyle tasdik ederek, Allah'tan başka ibadet edilenleri de reddederek söyleyen kimsenin malı ve kanı haram olur. Bu hususta şüphe eden veya duraklayanın malı ve kanı kesinlikle haram olmaz.


LA İLAHE İLLALLAH'A DAVET ETMEK
Allah (c. c) şöyle buyuruyor:
"De ki: Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a çağırırı/. Allah'ı tenzih ederiz. Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim."(Yusuf: 108)
Allah (c. c) insanlar ve cinler için göndermiş olduğu son rasulü Muhammed (s.a.s)'e şöyle söylemesini emrediyor:
"Ben, insanları İslam'a bilerek, şuurlu olarak ve kesin delillere dayanarak davet ederim. Bana bağlı olanlar da insanlara İslam'ı benim gibi tebliğ ederler."
"Allah'ı tenzih ederiz."
O'nu yüceltir, bütün noksan sıfatlardan ve mahlukata benzemekten tenzih ve takdis ederiz.
O'nun ortağı, dengi, benzeri, çocuğu, babası, arkadaşı, yardımcısı veya O'na bir şey hatırlatacak herhangi biri yoktur. O, bütün bunlardan yüce ve münezzehtir. O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Bilakis bütün yarattıkları O'na muhtaçtır.
"Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim."
Ben şirkten ve şirk ehlinden uzağım. Onlar benden değildir, ben de onlardan değilim.
İbn-i Abbas (r.a) şöyle rivayet ediyor:
Rasulullah (s.a.s) Muaz İbn-i Cebel (r.a)'ı Yemen'e gönderdiği zaman O'na şöyle dedi:
"Sen ehli kitaptan bir topluluğa gidiyorsun. Onları ilk davet edeceğin şey "La ilahe illallah" olsun. Eğer onlar bunu kabul ederlerse, onlara Allah'ın bir gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Bunu kabul ederlerse onlara bildir ki; Allah zenginlerin, fakirlere zekat vermesini emretmiştir. Bunu da kabul ederlerse en iyi malları haksız olarak almaktan sakın ve mazlumun bedduasından kork, çünkü onunla Allah arasında engel yoktur."(Buhari, Müslim)
Bu hadisten apaçık anlaşılıyor ki; bir kişi İslam'a davet edilirken ona bütün ibadetlerden hatta namazdan da önce: "La ilahe illallah" açıklanır. Kişi ancak bunu kabul ettikten sonra İslam'ın diğer emirleri önem sırasına göre anlatılır. Hadiste "La ilahe illallah"tan sonra sırasıyla namaz ve zekatın zikredilmesi bu ibadetlerin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Yalnız bu ibadetlerin zikredilip diğerlerinin zikredil-memesi, İslam'ı yeni kabul eden kişilerin namaz ve zekat dışındaki ibadetleri yapmakla yükümlü olmadıklarını göstermez. Özellikle bu iki ibadetin zikredilmesinin diğer bir sebebi de, bu ibadetlerin yerine getirilip getirilmediğinin fark edilmesidir. Çünkü, oruç gibi bazı ibadetler genellikle Allah ile kul arasında olduğu için bunların yerine getirilip getirilmediğini tespit etmek zordur.
İslam'ı kabul ettiği halde namazı kılmayan ve zekatı vermeyenlere savaş açılır.
Ehli kitap (yahudi ve hristiyanlar)'dan olanlar "La ilahe illallah"ı ya bilmezler ya da gerçek manasını bilip ona göre amel etmezler. Bunlara önce "La ilahe illallah"ın manası anlatılır ve buna uygun amelle emredilirler. Ancak bunu kabul ederlerse İslam'a girmiş ve diğer ibadetlerden sorumlu olmuş olurlar.
Sehl b. Sa'd (r.a) şöyle rivayet etmiştir:"Hayber savaşında Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:
"Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki; Allah ve Rasulü onu sever, o da Allah ve Rasulünü sever. Allah'ın onu vesile ederek bize zafer nasip etmesini umarım."
Sahabeler o geceyi Rasulullah (s.a.s)'in sancağı kime vereceğinin merakı içinde ve aralarında bunu konuşarak geçirdiler. Sabahleyin hepsi sancağın kendisine verileceğinden umutlu olarak Rasulullah'a gittiler.
Rasulullah (s.a.s): "Ali b. Ebi Talip nerede?" diye sordu. "Gözünden rahatsız" dediler. Rasulullah (s.a.s):
"Onu çağırın" dedi. Sahabeler onu çağırdılar. Rasulullah (s.a.s) gözüne tükürüp ona dua edince sanki daha evvel şikayeti yokmuş gibi iyileşti. Rasulullah (s.a.s) sancağı ona verdi ve şöyle dedi:
"Onların bulundukları yere dikkatle gir. Onları İslam'a davet et. Onlara Allah (c.c)'nun onların üzerindeki haklarını bildir. Allah'a yemin ederim ki, senin vasıtanla bir kimsenin hidayete ermesi, senin için kırmızı develerden daha hayırlıdır."
(Buhari, Müslim)
Bu hadisi şerifte geçen: "O Allah ve Rasulünü sever, Allah ve Rasulü de onu sever" sözü yalnız Ali (r.a)'ye has bir özellik değildir. Bu özellik bütün mü' minler için geçerlidir. Fakat bu sözlerin Ali (r.a) için özel olarak söylenmesi onun faziletini gösterir.
"Allah'ın onu vesile ederek bize zafer nasip etmesini umarım." sözü Rasulullah'a has bilgilerdendir. Ayrıca Ali (r.a)'nin gözünün derhal şifa bulması da yine Rasulullah'a ait bir özelliktir.
Sahabelerin o geceyi, Rasulullah'ın kime sancak vereceğinin merakı içinde ve aralarında bunu konuşarak geçirmeleri, sahabelerin ilimde ve imanda ne kadar yüksek seviyede olduklarını, Allah yolunda cihadda ve hayırlı şeylerde nasıl birbirleriyle yarıştıklarını gösterir.
"Onların bulundukları yere dikkatle gir." sözü acele ve heyecana kapılmadan, düşünerek ve tedbirli olarak savaşmanın gerektiğini gösteriyor.
"Onları İslam'a davet et" sözü savaşta öncelikle İslam'ı tebliğ etmenin şart olduğunu bildiriyor. Fakat daha önce tebliğ yapılmışsa ikinci bir tebliğ yapılmadan saldırılabilir.
Bu hadisten bir insanın hidayetine vesile olmanın ne kadar sevap olduğunu anlıyoruz.

Yaratılış

YARATILIŞIN GAYESİ

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"İnsanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat: 56)

Bu ayetten anlaşılıyor ki, insanların ve cinlerin yaratılış gayesi, yalnızca Allah'a ibadet etmektir.İbadetin ifade ettiği mana; belirli hareketleri, belirli zamanlarda yapmanın ötesinde, çok daha geniş ve kapsamlıdır. İbadet doğrudan doğruya insanın varoluşunun gayesini ve insan hayatının hedefini teşkil etmektedir.


Bu ayette geçen ibadet "TEVHİD" anlamındadır. Yani, yalnız Allah'a ibadet edip O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak...


Tevhidi bu şekilde anlayıp buna göre amel etmeyen kişi ne kadar çok Allah'a ibadet etse de, Allah (c.c) onun ibadetini asla kabul etmez.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." (Nisa: 36)
Allah (c.c) ortak koşulmaksızın yalnızca kendisine ibadet edilmesini emrediyor.Ayeti Kerimede ilk olarak, Allah'a ibadet emri, ikinci olarak da Allah'tan başkasına ibadet yasağı bildiriliyor. İbadetin gerçek anlamını bulabilmesi için bu iki şartın aynı anda olması gerekir.
Nitekim Allah: "...O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." derken, ister bir meleğe, ister rasule, ister insana, ister hayvana, ister şeytana ve isterse bunlardan daha başka akla gelebilecek neye olursa olsun, kendisinden başkasına ibadet etmeyi yasaklıyor.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Andolsun ki biz her ümmete yalnız Allah'a ibadet edin ve tağuttan kaçının" demesi için bir resul gönderdik. Böylelikle onlardan kimine Allah hidayet verdi. Onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Artık yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonu görün." (Nahl: 36)

İman

İMANIN ŞARTLARI
1-Allah'a iman: Allah vardır ve kemal sıfatlara sahiptir. Yarattıklarının hiç birine benzemez. Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir. Alemlerde, yerde ve gökte yalnız O yasama (kanun koyma) hakkına sahiptir. Bütün ibadetler yalnız O'na yapılır.
2- Meleklere İman: Meleklere Allah-u Tealanın Kur'an'da, Rasulullah (s.a.s)'in sahih hadislerinde onları vasfettiği şekilde iman etmek lazımdır.Melekler Allah'ın kullarıdır. Onlarda dişilik ve erkeklik yoktur. Nurdan yaratılmışlardır. Bir an bile Allah'a karşı
isyan etmez, günah işlemezler. Devamlı Allah'a ibadet ederler. Kur'an'ı Kerim'de ve sahih hadislerde isimleri zikredilenlere isimleriyle (Cebrail, Mikail, İsrafil, Malik, Rıdvan gibi) isimleri zikredilmeyenlere ise toplu olarak iman edilmesi gerekir.
3- Kitaplara iman: Allah katından gelen kitaplara Kur'an'ı Kerim'de ve sahih hadislerde ismi zikredilenlere ismiyle (Kur'an, Tevrat, İncil, Zebur gibi) zikredilmeyenlere ise genel olarak iman etmek gerekir. Kur'an'ın dışındaki kitaplar tahrif edilmiş olduğu için onlara Allah (c.c) katından geldiği şekliyle iman edilmesi gerekir. Kur'an ise Allah tarafından korunmak suretiyle kıyamete kadar baki kalacak ve yalnızca O'na bağlananlar kıyamet gününde kurtuluşa ereceklerdir.
4- Nebi ve Rasullere İman: Kur'an'ı Kerim ve sahih hadislerde ismi zikredilenlere ismiyle, ismi zikredilmeyenlere ise genel olarak iman edilmesi gerekir.
5- Ahiret Gününe İman: Ölümden sonra berzah (ölümden kıyamete kadar olan olaylar) hesap, mizan,cennet, cehennem, kabirde azab veya mükafat göreceklerin acı veya lezzeti beden ve ruhlarıyla duyacaklarına ve en önemlisi öldükten sonra dirilmeye iman edilmesi gerekir.
6 - Kaderin hayır ve şerrin Allah' tan olduğuna iman:
Kadere imanın Allah katında geçerli olabilmesi için şu dört şeye mutlaka inanılması gerekir:
Birincisi: Allah'ın ezeli ve kadim ilmine iman etmektir. Allahu Teala ezeli ve kadim ilmiyle ne olacağını bildi ve bu ezeli ilmiyle bildiği şeyleri yazdı.
İkincisi: Allah'ın olmasını dilediği şeyin mutlaka olacağına, olmamasını dilediği şeyin, mutlaka olmayacağına, gökte ve yerde meydana gelen bütün hareketlerin ve sessizliklerin Allah'ın izniyle olduğuna iman etmek.
Üçüncüsü: Allahu Teala'nın bütün mahlukatı yarattığına ve kainatın içindeki her şeyin Allah'ın yaratmasıyla ve takdiriyle meydana geldiğine iman etmek.
Dördüncüsü: Kendisine isabet eden şerrin kendisinden başkasına isabet edebileceği haîde kendisine isabet ettiğini zannetmemek veya kendisine isabet eden hayrın bir tesadüf sonucu kendisine isabet ettiğine inanmamak.
Allah (c.c) kader hakkında şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz biz herzeyi (önceden tesbit edilmiş) bir kaderle yarattık."(Kamer: 49)
Her şey Allah'ın takdiri iledir. İnsanların yaptığı işleri de Allah yaratır. Yalnız insanlar yaptıkları işleri kendileri yapmış olmaları sebebiyle yaptıklarından kendileri sorumlu tutulurlar. Çünkü Allah her insana iyiyi kötüden ayırabilme kabiliyeti vermiş ve hayrı emredip şerri yasaklamıştır.
Allahu Teala kıyamete kadar olacak her şeyi ve bütün insanların yapacakları şeyleri levhi'l mahfuzda yazdı. Allahu teala için zaman kavramı olmadığı için bütün bunları ilmiyle yazdı. İnsanları yaptıkları amellerde zorlamadı. Allahu Teala'nın bunları yazması ezeli ilminden dolayıdır.
Buraya kadar mü'min ve müslüman olabilmek için ne gibi şartların gerekli olduğunu öğrendik. Şimdi de imanımızı koruyabilmemiz için ne yapmamız gerektiğini inceleyelim.
Allah (c.c) bizi niçin yarattığını şöyle bildiriyor:
"Ben insanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler diye yarattım."(Zariyat: 56)
Allah (c.c) bizi yaratma gayesinin yalnız kendisine ibadet etmemiz olduğunu belirtiyor. O halde Allah'ın bizden istediği ibadet nedir?
İbadet kelime olarak; boyun eğmek, itaat etmek, küçüklüğünü kabul etmek demektir. Şer'i manası ise; Allah'ın sevdiği, emrettiği, kabul ettiği ve razı olduğu bütün gizli ve açık ameller ve sözlerdir.
Allah (c.c) nelerin ibadet olduğunun tesbitini bizlere bırakmamıştır. Bunları kitabında ve Rasulullah'ın sünnetinde apaçık şekilde bildirmiştir. Bütün ibadetler yalnızca Allah'a yapılmalıdır. İbadetlerin herhangi biri Allah'tan başkasına yapıldığında veya Allah'la beraber bir başkasına yapıldığında Allah'a şirk koşulmuş olur.


Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." (Nisa: 36)
Bu ayette Allah (c.c) ibadetlerin yalnız kendisine yapılmasını ve hiçbir şekilde şirk koşulmamasını emrediyor. Şirk koşulması ve tevbe etmeden bu hal üzere ölünmesi halinde bunu asla bağışlamayacağını şu ayetlerde bildiriyor.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar." (Nisa: 116)
"Kim Allah'a şirk koşarsa muhakkak ki Allah ona cenneti haram eder. Varacağı yer ateştir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur."(Maide: 72)
"Eğer Allah'a şirk koşsalardı yaptıkları boşa giderdi." (En'am: 88)
Bu ayetlerde Allah'ın asla affetmeyeceği, amelleri boşa çıkarıcı ve sahibini ebedi cehenneme götürecek bir şeyden bahsediliyor: Şirk. O halde nedir bu şirk? Onu bilmemiz gerekir ki bilmeyerek dahi olsa amellerimizi boşa çıkarıp bizi ebedi cehenneme sürükleyecek bu şeyden korunabilelim. Zira şirki bilmeyen kişi her an şirke düşebilir.
Şirk: Kur'an ve sünnette ibadet olarak bildirilen şeylerin Allah'tan başkasına veya Allah'la beraber başkasına yapılması şirktir.
Allah (c.c) Kur'an ve sünnette şirki çok net ve açık bir şekilde açıklamış ve bu konudaki bilmemeyi mazeret olarak kabul etmemiştir.
"(Allah'a) ortak koşanlar, nefislerinin küfrünü göre göre Allah'ın mescidlerini onaramazlar. Onların yaptıkları boşa çıkmıştır. Ve onlar, ateşte ebedi kalacaklardır."(Tevbe: 17)
"De ki: "Allah'tan başkasına ibadet etmemi mi bana emrediyorsunuz ey cahiller?"
Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: "And olsun ki eğer (Allah'a) ortak koşarsan amelin boşa çıkar ve ziyana uğrayanlardan olursun."(Zümer: 64-65)
"iyilik yaparak (muhsin olarak)yüzünü Allah'a çeviren kimse muhakkak, sapasağlam bir kulpa sarılmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a döner." (Lokman: 22)
Ayette geçen "muhsin" kelimesi şirksiz olarak anlamındadır, ibadetler, Allah'tan başkasına Allah'la beraber dahi olsa yapıldığında Allah'a şirk koşulmuş olur.
Bunun daha iyi anlaşılması için bir kaç örnek verelim.
İnsanların çoğu ibadet nedir? diye sorulduğunda namaz, oruç, .hac, zekat, kurban gibi ibadetleri sayarlar ve bunların Allah'tan başkasına yapılmasının şirk olduğunu söylerler. Allah (c.c)bize bunların dışında bazı ibadetlerin olduğunu ve bunları insanların çoğunun bilmediğini bildiriyor.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Allah, kendisinden başkasına değil yalnız O'na ibadet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler."
(Yusuf: 40)
Allah (c.c) bu ayeti kerimede bize hüküm vermenin yalnız kendisine ait olduğunu, yalnızca kendisinin hükmüne itaat edilmesi gerektiğini ve hükümlerine itaatin de bir ibadet olduğunu bu nedenle kendisinden başkasının hükmüne itaat etmenin de şirk olduğunu bildiriyor. Ayetin devamında ise bunun yani yalnız Allah'ın hükümlerine itaatin ibadet olduğunu insanların çoğunun bilmediğini belirtiyor. Fakat Allah katında geçerli olan ve sağlam olan dinin ancak hükmün tamamen Allah'a tanındığında mümkün olacağım "dosdoğru din budur" sözüyle ifade ediyor.
Hüküm ancak gerçek ilahlık sıfatına sahip olan varlığa aittir. Çünkü bu hak Allah'tan başkasına verildiğinde o kişiye ibadet edilmiş olur. Halbuki Allah yalnız kendisine ibadet edilmesini emrediyor. "Yalnız O'na ibadet etmenizi emretti."
Allah'ın hakkı olan hüküm verme yetkisi ister Allah'la beraber başka birine, isterse sadece Allah'ın dışındaki birine verilsin bu hak kime tanınırsa O'na ilahlık sıfatı verilmiş olur. Velev ki ona: "Sen ilahımızsın" denmese bile. Çünkü bu hak ona verildiğinde ona ibadet edilmiş olunur. İnsanların çoğu Allah'tan başka bir varlığa namaz kılındığında onun için oruç tutulduğunda veya onun için haccedildiğinde ona ibadet edilmiş olunacağını kabul ediyorlar. Fakat bunlar gibi bir ibadet olan hüküm verme yetkisinin Allah'tan başkasına verilmesinin ona ibadet olduğunu anlayamıyorlar.
Allah (c.c) işte bu ayette bu gerçeğe işaret ediyor: "İnsanların çoğu bilmezler." Yani; insanların çoğu hüküm verme yetkisini tanıdığı kişi ya da kişilere ibadet ettiklerini bilmiyorlar. Fakat Allah (c.c) onların dosdoğru din üzerinde olmadıklarını bildiriyor. Dosdoğru din ise ancak bütün hüküm verme yetkisinin yalnız Allah'a verilmesiyle sağlanabilir. İşte ayette geçen "Dosdoğru din "in manası budur.
Bazı kimseler İslamı yeryüzüne hakim kılmak için küfür düzeninin Dar'ün nedveleri olan meclislerde parti kurarak bunu bir araç olarak kullanabileceklerini iddia ediyorlar. Bunu iddia edenler ya islamdan bihaber, ya hiç kafası çalışmayan kimseler ya da Allah' m istediği islamı planlı bir şekilde ortadan kaldırmak için çalışan kimselerdir.Zira parti kurarak iktidara adaylık koymak tağutluk talebinde bulunmaktan başka bir şey değildir. Çünkü Allah'ın hükümleri dışında hükümler koyan ve Allah'ın hükümlerinden başka hükümlerle hükmeden bir kişi veya meclis yalnız Allah'ın hakkı olan ve açık bir ibadet olan hüküm verme yetkisini kendi üzerine almış, haddini aşmış ve tağut olmuş olur. Bu iş Allah'ın rızasını kazanmak ve onun dinini hakim kılmak amacıyla yapılsa da her kim oylarıyla veya başka bir yolla bu partilere yardım eder ve desteklerse yalnız Allah'a tanınması gereken hüküm verme hakkını Allah'tan başka bir varlığa tanıdığı için ona ibadet etmiş ve kafir olmuş olur.
İslam yalnız Allah'a kulluğu emretmektedir. Kullara kulluğu değil. Kullara kul olunarak İslam hakim kılınamaz. İnsanları önce kullara kul ettirip daha sonra Allah'a kulluk ettirmekten daha sapık ve daha cahil bir düşünce olabilir mi?
Allah'ın haram (yasak) dediği haram, helal (serbest) dediği helaldir. Allah'ın helal kıldığı şeyi yasaklayan veya haram kıldığı şeyi serbest bırakan kişi ya da kişilere tabi olanlar, itaat edenler onlara ibadet etmiş olur.
Başka bir örnek; Allah (c.c) Kur'an' da şöyle buyuruyor:
"Yalnızca sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz."(Fatiha: 4)
"Rabbinizi yardıma çağırıyordunuz. O, ben size birbiri peşinden bin melekle yardım ederim, diye cevap vermişti." (Enfal: 9)
Allah (c.c) bu ayetlerle yardım istemeyi ve yardıma çağırmayı överek bunların ibadet olduğunu bildiriyor.
İnsanın sıkıntı durumunda Allah'a dua ederek yardım istemesi Allah'a yapılan bir ibadettir. Sıkıntıya düşen bir kişi ölü olan veya kendisini duyamayacak durumda olan birinden yardım ister veya yardıma çağırırsa yalnız Allah'ın elinde olan bir şeyi Allah'tan başkasından istediği için şirk koşmuş olur. Böyle yapan bir kişi diğer ibadetleri Allah'a yapsa bile yardım isteme ibadetini Allah'tan başkasına yaptığı için Allah bütün amellerini boşa çıkarır ve geçersiz kılar.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet edenlerden daha sapık kim olabilir?" (Ahkaf: 5)
"Allah'ı bırakıp da sana ne fayda ne de zarar veremeyecek şeylere ibadet etme. Eğer bunu yaparsan sen de zalimlerden olursun.Allah seni bir zarara uğratırsa onu senden kaldıracak ancak O'dur.Sana bir iyilik dilediği takdirde O'nun nimetini engelleyecek bir kuvvet de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, Gafur'dur, Rahim'dir." (Yunus: 106-107)
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"İyi bilinmelidir ki halis din Allah'ındır. Allah'ı bırakıp O'ndan başka dostlar edinenler: "Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" derler. Muhakkak ki Allah aralarında ihtilaf ettikleri hususlarda hüküm verecektir. Şüphesiz ki Allah yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete erdirmez." (Zümer: 3)
Bu ayette Allah (c.c): Allah'a yaklaşmak niyetiyle bile olsa ibadetleri Allah'tan başkasına yapan kişinin kafir olduğunu bildirmiştir.
Şimdi de bütün rasullerin ve son rasul Hz. Muhammed (s.a.s)'in tebliğ etmek için hayatlarım harcadıkları kendisinde ebedi mutluluk ve ebedi bir azabtan kurtuluşun olduğu rasullerin davetinin özünü oluşturan bir kelime üzerinde duralım. Şehadet kelimesi olan LAİLAHE İLLALLAH.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Biz senden önce hiçbir rasul göndermiş olmayalım ki ona: "Benden başka ibadete layık ilah yoktur,bana ibadet edin" diye vahy etmiş olmayalım." (Enbiya: 25)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"İnsanlarla La ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah derlerse mallarını ve canlarını Allah'ın hakkı dışında benden korumuş olurlar. Bunun dışındaki hesapları ise Allah'a aittir." (Buhari-Müslim)
"Kim La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah'a şehadet ederse Allah ona cehennemi haram kılar."(Müslim)
O halde sahibini ebedi kurtuluşa erdirecek olan bu La ilahe illallah nedir?
Şehadet kelimesinin Allah katında geçerli olabilmesi, insanı cehennemden kurtarabilmesi için belli şartlar vardır. Bu şartlar gerçekleşmedikçe günde bin defa La ilahe illallah dense bile bu kelime kişiye hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Bu şartlar şunlardır:
Birincisi: Bu kelimeyi söyleyen kişinin manasını bilmesi gerekir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Bil ki! Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur."(Muhammed: 19)
"Allah'tan başkasına çağıranlar şefaate hak kazanamayacaklardır.Ancak kelime! şehadetin manasını bilerek şehadet edenler bundan müstesnadır."(Zuhruf: 86)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"Kim La ilahe illallah in manasını bilerek ölürse cennete girer."(Müslim)

Tevhid

TEVHİDİN FAZİLETLERİ

Allah (c. c) şöyle buyuruyor:
"İman edenler ve imanlarına zulüm (şirk) karıştırmayanlar işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir." (En'am: 82)
Abdullah b. Ömer (r.a) diyor ki: "İman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlar işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir." ayeti nazil olunca sahabelere bu ayet ağır geldi ve Rasulullah (s.a.s)'e dediler ki: "Ya Rasulallah! İçimizden nefsine zulmetmeyen kim vardır?" Rasulullah (s.a.s):
"Ayetteki zulüm anladığınız gibi değildir. Salih kul Lokman'ın:Ey oğulcuğum! Allah'a şirk koşma! Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür." (Lokman: 13)dediğini işitmediniz mi? Ayette geçen zulüm şirktir." buyurdu. (Buhari)
Bu ayeti kerimeden apaçık anlıyoruz ki; kıyamet gününde kurtuluşa erecek olan kimseler, ibadetlerini yalnız Allah için yapıp O'na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimselerdir.
Muaz b. Cebel (r.a) şöyle rivayet ediyor:"Rasulullah (s.a.s) eşek üzerinde idi. Ben de onun arkasına binmiştim. Bana şöyle buyurdu:
"Ey Muaz! Allah'ın kulları üzerindeki ve kulların Allah üzerindeki hakkı nedir biliyor musun?" Dedim ki:
"Allah ve Rasulü daha iyi bilir." Buyurdular ki:
"Allah'ın kulları üzerindeki hakkı kullarının yalnız O'na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kullarına azab etmemesidir." Dedim ki:
"Ya Resulallah! Bunu insanlara müjdeleyeyim mi?" Buyurdular ki:
"Hayır, müjdeleme! O zaman buna güvenirler."
(Buhari, Müslim)
Kim Allah'ın hakkını verir, yani yalnız O'na ibadet eder ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmazsa, işte Allah (c.c) bu kişiyi cehennemin ebedi azabından koruyacağına dair söz veriyor.
Rasulullah (s.a.s)'in, Muaz b. Cebel (r.a)'den bu hadisi insanlara bildirmemesini istemesinin sebebi, bunu iyi anlayamayan cahil insanların, bu söze güvenip salih amel işlemeyi terk etme ihtimali olduğu içindir. Fakat bu hadisin gerçek manasını kavrayan kimseler, Allah'ın rızasını kazanmak için daha fazla hayırlı amel işlemeye çalışırlar ve iyiliklerini arttırırlar. Bu hadisin böyle kimselere bildirilmesi yasaklanmamıştır.
Ubade b. Es-Samid (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kim "La ilahe illallah"a şehadet edip Allah'ın tek olup ibadette O'na hiçbir ortak olmadığına, Muhammed (s.a.s)'in O'nun kulu ve Rasulü olduğuna, İsa (a.s)'ın O'nun kulu, rasulü ve ondan bir ruh olduğuna, "Ol" kelimesinin Meryem'e yöneltildiğine, cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, ne yaparsa yapsın Allah onu cennete sokar."
(Buhari, Müslim)
Hadiste geçen "Kim "La ilahe İllallah "a şehadet ederse" sözünden maksad; kim bu kelimenin manasını bilerek, buna kalbiyle iman edip hayatını buna göre düzenlerse demektir .Çünkü, bu kelimeyi manasını bilmeden şuursuzca tekrarlayan veya manasını çok iyi bildiği halde ona göre amel etmeyen kişinin müslüman olmadığı icma ile sabittir.
Zaten hadisteki "Şehide: Şahitlik etti" kelimesinden de bu anlaşılmaktadır.
Kelime-i Şehadet'in manası daha önceki konularda açık ve geniş olarak delilleriyle anlatılmıştı.
Bu hadisi şerifte Rasulullah (s.a.s) bizlere haber veriyor ki: "La ilahe illallah"ın manasını bilip bunu diliyle ikrar, kalbiyle tasdik eden, buna göre amel eden ve ibadette O'na hiçbir şeyi şirk koşmayan, Muhammed (s.a.s)'in Allah'ın kulu ve bütün insanlar ve cinler için gönderdiği son rasulü olduğuna, İsa'nın Allah'ın oğlu olmayıp Allah'ın kulu, rasulü ve Meryem'e ilka ettiği kelimesi olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna iman eden kişi cennete girer.
İsa (a.s)'ın Allah'tan bir ruh olduğuna iman etmek demek, İsa (a.s)'ın Allah'ın yarattığı ruhlardan biri olduğuna iman etmek demektir.
Utban (r.a) diyor ki: Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:"Allah (c.c) kendi rızasını isteyerek "La ilahe illallah" diyen kimseye cehennemi haram kıldı."(Buhari, Müslim)
"Allah'ın rızasını isteyerek...." demek, ihlaslı olarak kalbiyle Allah'a yönelip Allah'ın rızasını hedef kabul ederek, şirkin her çeşidini terk etmek demektir. La ilahe illallah'ın manasını bilip bunu kalbiyle tasdik, diliyle ikrar eden ve hayatını tevhidin gerektirdiği şekilde düzenleyen kimse hiçbir zaman haramlarında ısrar etmez ve bir haram işlediğinde hemen tevbe eder. Bu şekilde ölen bir kimse ise asla cehenneme girmez.
Fakat La ilahe illallah'ın manasını bilerek kabul ettiği halde haramlarında ısrar edip tevbe etmeyen ve haramları sevaplarından fazla olan kimseler ölmeden önce tevbe etmezlerse, cehenneme gireceklerdir. Çünkü bu kişiler La ilahe illallah'ı kabul ettikleri halde, Allah'ın rızasını isteyerek ihlaslı olarak buna şehadet etmemişlerdir. Zira ihlaslı olarak söylemiş olsalardı haramlarında ısrar etmemeleri gerekirdi.
Enes b. Malik (r.a) diyor ki: Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğunu duydum: "Allah (c.c) dedi ki: "Ey Ademoğlu! Eğer yeryüzünü dolduracak kadar haram ile bana gelsen ve bana hiçbir şeyi ortak koşmadığın halde bana kavuşsan ben seni yeryüzünü dolduracak kadar mağfiretle karşılarım."(Tirmizi rivayet etti ve "hasen" dedi.)
Kim ibadetlerini Allah'a has kılarak şirki terk eder ve Kelime-i tevhidi kalbiyle tasdik, diliyle ikrar edip, yaşantısını bunun gerektirdiği şekilde düzenlerse Allah (c.c) onun işlediği haramları affedecektir. Tevhidin nuru bir kişinin kalbine girince, bu iman kalbi her türlü şirkten ve pisliklerden temizleyip sadece Allah'a teslim eder. Allah'a iman ile Allah'tan başkasına imanın zaten aynı kalpte bir arada bulunması imkansızdır. Tevhidin nuru kalbe girdiği zaman kişinin daha önce işlemiş olduğu hata ve haramları temizleyip yok eder.
Bu hadisten apaçık anlaşılıyor ki; La ilahe illallah'ı sırf sözle söylemek kişiye fayda vermez. Gerçekten müslüman olabilmek için mutlaka şirkin terk edilmesi gerekir. Bu ise lafla olabilecek bir şey değildir. Kişinin şirkin her çeşidinden kalben ve ameliyle bilfiil uzaklaşması şarttır.
Kişinin Allah'ın mağfiretine nail olabilmesi için; kalbini, düşüncelerini, adetlerini ve yaşantısını şirkin bütün pisliklerinden temizleyip ihlaslı olarak sadece Allah (c.c)'ya ibadet etmesi gerekir.
Ebu Said el-Hudri (r.a) şöyle rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"Musa (a.s) dedi ki: "Ya Rabbi! Bana, seni hatırlayıp dua edebileceğim bir şey öğret." Allah (c.c) şöyle buyurdu:
"Ey Musa! La ilahe illallah, de." Musa (a.s) dedi ki:
"Ey Rabbim bütün kulların bunu diyorlar." Bunun üzerine Allah (c.c) şöyle buyurdu:
"Ey Musa! Yedi gökler ve içinde bulunanlar ile yedi yerler bir kefeye konsa "La ilahe illallah" da bir kefeye konsa "La ilahe illallah" ağır gelir."(Hakim ve İbn-i Hibban rivayet etmişler ve sahih demişlerdir.)
Bu hadisten La ilahe illallah'ın ne kadar değerli ve ne kadar yüce bir kelime olduğu apaçık anlaşılmaktadır. Fakat bu kelimenin değerinden faydalanabilmenin yegane yolu, bunu söyleyen kişinin manasını bilip buna iman ettikten sonra tüm yaşantısını buna göre düzenlemesidir. Yeryüzünde birçok insanın bu değerli kelimeyi söylemesine rağmen, onların Allah katında sivrisinek kanadı kadar bile değeri yoktur. Ayrıca yine bu hadisi şeriften en yüce ve en güzel zikrin "La ilahe illallah"ı söylemek olduğunu anlıyoruz. Zikrin sünnete uygun olabilmesi için "La ilahe illallah" kelimesinin tam olarak söylenmesi gerekir. Zikirde sadece "hu" demek sünnete aykırıdır, bid'attır.

Resuller ve Tevhid

RÂSULLER VE TEVHİD AKİDESİ

Allah (c.c) her ümmete muhakkak bir resul göndermiştir. Allah'ın yeryüzü halkına gönderdiği ilk rasul olan Nuh (a.s)'ın kavminde şirk meydana gelmesinden son resul olan Muhammed (s.a.s)'e kadar geçen her nesil ve gruba resuller gönderilmiştir. Bütün resullerin bir tek gönderiliş gayesi vardı: İnsanları yalnız Allah'a ibadet etmeye ve tağuttan kaçınmaya davet etmek...
Bütün rasullerin dini birdir ve o da "Tevhid Dini"dir. Tevhid ise, yalnız Allah'a ibadet edip tağutu reddetmedikçe asla gerçekleşemez.
Tirmizi ve Taberani'nin rivayetine göre: İbni Mes'ud (r.a) diyor ki: "Üzerinde Rasulullah (s.a.s)'in mührü bulunan vasiyetini görmek isteyen şu ayeti okusun:
"De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını söyleyeyim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.Ana-babaya iyilik yapın..." (En'am: 151)
Allah (c.c) bu ayette sevgili Rasulü Muhammed (s.a.s)'e hitap ederek şöyle buyuruyor:
Ey Muhammed! Allah'tan başkasına ibadet eden, Allah'ın kendilerine verdiği rızıkları haram kılan, çocuklarını öldüren o müşriklere söyle: Onların bütün bu yaptıkları, kendi görüşleri ile ve şeytanların onları aldatmasıyla meydana gelmektedir. Onlara de ki: Gelin (zan, iftira ve yalan olarak değil, gerçek bir şekilde Allah tarafından bir vahiy ve bir emir olarak) Rabbinizin size neleri haram kıldığını anlatıp haber vereyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"De ki: "Gelin .size Rabbinizin neleri haram kıldığını söyleyeyim."
Yani; Rabbiniz size şunları ve şunları haram kılmıştır. Şüphesiz ki helal ve haram sınırlarını tayin etme yetkisi sadece ve sadece, yegane Rab ve tek ilah olan Allah'a aittir. O'ndan başka hiç kimse bu sınırlan belirleyemez.
"O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın."
İslam'da ilk yasaklanan şey; her çeşidiyle şirktir. Diğer bütün yasaklar ondan sonra gelir, insanlar öncelikle ilah ve Rab olarak sadece Allah'ı benimseyip O'na hiçbir şeyi eş koşmamalı, Allah'tan başka hüküm ve kanun koyucu olmadığını kabul etmelidirler. Ancak böylece vicdanlar ve kalpler şirkin pisliğinden, akıl da hurafelerden ve batıl inançlardan temizlenir. Ancak böylece toplumlar cahiliyyet geleneklerinden sıyrılır, insanlar kullara kulluk etmekten kurtulurlar.
Şirkin pisliklerinden tümüyle temizlenmeden, tevhid akidesi hayat pratiğine hakim olamaz.
Bu ayeti kerimede bahsedilen şirk; insanların hüküm koyma ve hakimiyet konusunda Allah'tan başkasına yetki tanımalarından ortaya çıkan şirktir.

Peygamberi bilmek

RASULULLAH (s.a.v.)'İ BİLMEK

Rasulullah (s.a.s)'in babası Abdullah, dedesi ise Haşim'in oğlu Abdulmuttalib'tir. Haşini Kureyş kabilesindendir. Kureyş ise Araptan, Arap ise HaliluiTahman İbrahim (a.s)'ın oğlu İsmail'in soyundandır.
Rasulullah (s.a.s) Mekke'de doğmuştur. Altmış üç sene yaşadı. Bunun ilk kırk senesi rasul olarak gönderilmeden önceki, son yirmi üç senesi ise rasul olarak gönderildikten sonraki hayatını içermektedir.
Rasulullah (s.a.s); "Alak Suresi"ndeki "İkra" ayetiyle nebi oldu.
"Ey örtüye bürünüp (sarınan)! Kalk da uyar." (Müddessir: 1) ayetiyle de rasul oldu.
Nebi: Allah tarafından kendisine vahy olunmuş fakat davet etmekle yükümlü olduğu bir şeriat bildirilmeyen kimsedir.
Rasul: Allah tarafından kendisine vahy olunan ve davet etmekle yükümlü olduğu bir şeriat bildirilen kimsedir.
Allah (c.c) Rasulullah (s.a.s)'i insanları şirkten korkutmak, tevhide davet etmek için gönderdi.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Ey örtüye bürünüp (sarınan)! Kalk da uyar.Rabbini yücelt, elbiseni temizle, kötü şeylerden sakın, yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. Rabbin için sabret."(Müddessir: 1-7)
Ayetteki "Kalk da uyar" şirkten korkut, tevhide çağır demektir.
"Rabbini yücelt, elbiseni temizle" ise Rabbini tevhidle yücelt, amellerini şirkten temizle demektir.
"Kötü şeylerden sakın" ise putlardan ve putlara tapanlardan uzak dur dernektir. Rasulullah (s.a.s) bu konu üzerinde on üç sene durdu.
Rasulullah (s.a.s) bi'setten (nebi olduktan) on sene sonra İsra ve Miraç hadisesi oldu.
İsra: Rasulullah (s.a.s)'in bir gece evinden alınarak Kudüs'de bulunan Mescid-i Aksa'ya götürülmesi olayıdır.
Miraç: Mescid-i Aksa'dan semaya yükselmesidir.
Semada beş vakit namaz farz kılındı. Rasulullah (s.a.s) bu farz kılınan namazları Mekke'de üç sene kıldı. Daha sonra Medine-i Münevvere'ye hicretle emr olundu.
Hicret: Şirk beldesinden İslam beldesine, bid'at beldesinden sünnet beldesine göç etmektir. Hicret müslümanlara kıyamete kadar farz kılınmıştır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Nefislerine zulmedenlerin canlarını aldıkları zaman melekler: "Ne yapıyordunuz?" deyince: "Yer yüzünde biz zayıf kimselerdik" derler. Melekler de:"Allah'ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya?" derler. İşte onların barınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü dönüş yeridir."(Nisa: 97)
"Erkek, kadın ve çocuklardan çaresiz kalan, yol bulamayanlar müstesnadır. İşte onları Allah'ın affetmesi umulur. Ve Allah, affedendir, bağışlayandır."(Nisa: 98-99)
Birinci ayetin nüzul sebebi hakkında Buharı şöyle rivayet ediyor:
Mekke ehlinden Rasulullah (s.a.s) ile beraber hicret etmemiş bir topluluk hakkında inmiştir. Bunlar fitneye düşerek müşriklerle beraber Bedir harbinde müslümanlara karşı savaşmışlardır. (Bu kimseler müslüman olduklarını "izliyorlardı. Bedir harbi çıkınca müşrikler bunları harbe katılmak için zorladılar. Onlar da müslüman olduklarını açıklarlarsa öldürülecekleri korkusuyla Bedir harbine katıldılar.) Allah (c.c) onların özürlerini reddetti. Ve onları cehennemle cezalandırdı.
İkinci ayetin manası ise; yaşlı, çocuk ve kadınlardan hicret edemeyenlerden hicret etmelerini engelleyecek gerçek özürleri olanları Allah'ın affetmesi umulur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Ey inanmış kullarım! Benim yarattığım yeryüzü geniştir. Yalnız bana kulluk ediniz."
(Ankebut: 56)
Bu ayeti kerimede Allah (c.c) mü'minlere Allah'a ibadet etmek ve tevhid dinine uygun olarak yaşamak için; tevhid dininin gereklerini yerine getiremedikleri ve şirke düşmek için zorlandıkları yerden hicret etmelerini emrediyor.
Hicret kıyamete kadar bu ümmete farz kılınmıştır.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"Tevbe kapısı kapanmadan hicret kapısı kapanmaz. Tevbe kapısı ise güneş batıdan doğuncaya kadar açıktır."(Müslim)
Rasulullah (s.a.s) Medine'ye hicret ettikten sonra zekat, oruç, hac ve kılıç ile cihad gibi İslam'ın diğer hükümleriyle emrolundu. Bu hükümleri bildiren ayetlerin inmesi on sene sürdü. Kılıçla cihad, zekat ve oruç hicretin ikinci senesinde farz kılındı.
Rasulullah (s.a.s) hicretin onuncu yılında vefat etti. Onun dini kıyamete kadar geçerlidir. Hiçbir hayır yoktur ki bu din onu emretmiş olmasın, hiçbir şer de yoktur ki bu din onu yasaklamış olmasın. Bu dinin emrettiği hayır; tevhid ve Allah'ın sevip razı olduğu sözler ve amellerdir. Yasakladığı şer ise; ibadette Allah'a ortak koşmak ve Allah'ın sevmediği ve kabul etmediği sözler ve amellerdir. Rasulullah (s.a.s) bütün insanlığa gönderildi.
Allah (c.c) bütün insanların ve cinlerin sadece kendisine itaat etmesini farz kıldı.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Ey Muhammedi De ki: "Ey insanlar! Doğrusu ben, Allah'ın hepiniz için gönderdiği resulüyüm."(A'raf: 158)
"Ey Muhammed!Bir zaman Kur'an'ı dinleyecek bir cin taifesini sana yöneltmiştik. Kur'an okunu
şunda hazır bulununca birbirlerine: "Susun, dinleyin" dediler. Okuma bitince de kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler." (Ahkaf: 29)
Allah (c.c) dinini Muhammed (s.a.s) ile tamamladı. Bu din Rasulullah (s.a.s)'den sonra hiçbir şeye muhtaç değildir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'dan razı oldum." (Maide: 3)
Allah (c.c) bu ayeti kerimede akidenin tamamlandığını ve Allah'ın şeriatını ve kanununu kemale erdirdiğini ilan ediyor. İşte din budur!....
Hiçbir müslümanın İslam'da eksikliklerin bulunduğunu veya birtakım ilavelerin yapılması gerektiğini düşünmesi asla mümkün değildir. Onda herhangi bir ilaveyi gerektirecek eksiklik yoktur. Allah (c.c) İslam dinini kıyamete kadar bütün insanlığa din olarak seçtiği için geliştirilip değiştirilmeye de ihtiyacı yoktur.
Kim Allah'ın şeriatını ve kanunlarını bir tarafa bırakıp tatbik etmez, başka kanunlara uygun olarak hareket ederse, Allah'ın mü'minler için beğendiğini beğenmemiş ve dolayısıyla Allah'ı inkar etmiş olur ve dinden çıkar.
Bir yahudi Ömer (r.a)'ye gelerek dedi ki:"Siz Kur'an'dan öyle bir ayet okuyorsunuz ki bu ayet yahudilere inmiş olsaydı o günü bayram ilan ederdik." Ömer (r.a):
"Bu hangi ayettir?" diye sordu. Yahudi dedi ki:
"Bugün sizin dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslam'dan razı oldum" ayetidir. Ömer (r.a) dedi ki:
"Vallahi ben bu ayetin Rasulullah (s.a.s)'e nerede ve ne zaman indiğini biliyorum. Cuma günü Arafat'ta indi.
Allah'a hamd olsun ki bu iki gün de bizim için bayramdır." (Buhari-Müslim-Tirmizi-Nesei)
Her mü'minin Rasulullah (s.a.s)'in vefat ettiğine ve bütün insanların öldükten sonra dirilip hesaba çekileceklerine ve amellerinin karşılığını göreceklerine iman etmesi gerekir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Ey Muhammedi Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Ey insanlar! Sonra siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda duruşmaya çıkacaksınız."(Zümer: 30-31)
"Sizi yerden yarattık. Oraya döndüreceğiz. Sizi tekrar oradan çıkaracağız."(Ta-ha: 55)
"Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır."
(Nuh: 17-18)
Allah (c. c) bütün insanları öldükten sonra dirilteceğini ve hesaba çekip herkese ameline göre karşılık vereceğini şu ayeti kerimede bildiriyor:
"Allah kötülük yapanlara işlerinin karşılığını verir. İyi amel işleyenleri ise cennetle mükafatlandırır."(Necm: 31)Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayan kimsenin kafir olduğunu Allah (c. c) şu ayeti kerimede belirtiyor:
"İnkar edenler tekrar diriltilmeyeceklerini ileri sürerler. Ey Muhammedi De ki: "Evet Rabbime andolsun ki şüphesiz diriltileceksiniz ve sonra yaptıklarınız size bildirilecektir. Bu Allah'a kolaydır."(Teğabun: 7)
Allah (c. c) bütün rasullerini, Allah'a ibadet edip O'na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseleri cennetle müjdelemek, Allah'a ortak koşanları cehennem azabıyla korkutmak için gönderdi.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"İnsanların Allah'a karşı bir delili olmaması için cennetle müjdeleyici ve cehennemle korkutucu rasuller gönderdik." (Nisa: 165)
"Biz senden önce hiç bir rasul göndermiş olmayalım ki ona: "Benden başka ibadete layık ilah yoktur, bana ibadet ediniz" diye vahyetmiş olmayalım."
(Enbiya: 25)
"Muhakkak ki her topluluğa rasul gönderdik ve Allah'a ibadet etmelerini ve tağuttan sakınmalarını emrettik." (Nahl: 36)
Allah (c.c) insanları tevhide davet etmek ve şirkten korkutmak için yüz yirmi dört bin nebi, üç yüz on üç rasul göndermiştir.
İbn Merduyeh ve İbn Ebu Hatim; Ebu Zerr (r.a)'in şöyle dediğini nakletmişlerdir:
Ebu Zerr Rasulullah (s.a.s)'e sordu:
"Ya Rasulallah! Kaç nebi vardır?" Rasulullah:
"Yüz yirmi dört bin nebi var" buyurdu. Ebu Zerr:"Onlardan kaçı rasuldür?" diye sordu. Rasulullah:
"Üç yüz on üçü" dedi. Ebu Zerr:
"Kaç sahife ve kaç kitap indirildi?" diye sorunca da Rasulullah (s.a.s) şöyle cevab verdi:
"Yüz sahife ve dört kitap indirildi. Tevrat Musa'ya, İncil İsa'ya, Zebur Davud'a ve Kur'an ise bana indirilmiştir. Sahifeler ise; elli sahife Şite, otuz sahife İdris'e, on sahife İbrahim'e, on sahife Musa'ya indirilmiştir."
Bu hadisin kesin olarak sahih olup olmadığını ancak Allah bilir. Bu sebeple her müslüman genel olarak bütün nebilere, resullere, kitaplara ve sahifelere iman etmelidir. Bunların kesin sayısını ancak Allah (cc)bilir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:'"Gönderilen rasullerin bir kısmını daha önce sana anlatmış, bir kısmını da anlatmamıştık."(Nisa: 164)
Resullerden ulul azm olanları beş tanedir. Bunlar:Muhammed (s.a.s), İbrahim (a.s), Musa (a.s), Nuh (a.s) ve İsa (a.s)'dır.
Resullerin ilki Nuh (a.s)'dır. Resullerin ve nebilerin sonuncusu Muhammed Mustafa (s.a.s)'dir.
Adem (a.s) ile Nuh (a.s) arasında yaklaşık on yüz yıllık bir zaman vardır. Bu zaman içerisinde bütün insanlar tevhid üzere idiler. Ta ki salih kimseler hakkında aşırı gidip şirke düştükleri sırada Allah (c.c) Nuh (a.s)'ı rasul olarak gönderdi. Nuh (a.s)'ın ilk rasul olduğu icma ile sabittir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Nuh'a, ondan sonra gelen nebilere vahyettiğimiz gibi ey Muhammed! Şüphesiz sana da vahyettik."
(Nisa: 163)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"Kıyamet gününde insanlar mahşer sıkıntısından kurtulmak için Nuh (a.s)'a gelip şöyle diyecekler:
"Ey Nuh! Sen, yeryüzünde ilk resulsün. Bize şefaat et." (Buhari, Müslim)
Allah, İslam dininden başka din kabul etmez.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Kim İslamiyetten başka bir dine yönelirse onun ki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir." (Al-i İmran: 85)
Bu ayeti kerimeden anlaşılıyor ki; kim İslam kanunundan ve şeriatından başka kanun kabul ederse kafir olur ve cehenneme girer.Çünkü din, kanun demektir.
Allah (c. c) şöyle buyuruyor:"İşte biz Yusuf için böyle bir plan kullandık. Bu planı kullanmasaydık hükümdarın dinine (yani kanununa) göre kardeşini alıkoyamazdı. Meğerki Allah dileye." (Yusuf: 76)
Rasulullah (s.a.s)'in Adnan'a kadar yirmi bir dedesi vardır.. Bunların isimleri sırasıyla: Abdulmuttalib, Haşjm, Abdimenaf, Kusay, Kilab, Murra, Kağb, Luğay, Gurra, Galib, Fihr, Malik, Elnadr, Kinane, Huzeyme, İlyas, Mudar, Nizar, Meğed ve Adnan'dır.
Rasulullah (s.a.s)'in oğullan: Kasım, Abdullah.(Tayyib), İbrahim'dir. Kızları ise Zeyneb, Rukayye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma tüz-Zehra'dır. İbrahim hariç diğer bütün evlatları Hatice (r.a)'dan olmuştur. İbrahim ise Mariye Kıbtiye'den olmuştur.
Rasulullah (s.a.s)'in zevcelerini isimleri şöyledir. Hatice, Şevde, Aide, Haysa, Ümmü Seleme, Haris kızı Cüveyriye, Cahş kızı Zeyneb, Huzeyme kızı Rukane, Ebu Süfyan kızı Ümmü Habibe, Huvey kızı Safiye, Haris kızı Meymune. (Allah hepsinden razı olsun.)
Rasulullah (s.a.s) vefat ettiğinde hanımlarından Aişe, Meymune, Safiye Hafsa, Zeynep, Cüveyriye ve Şevde sağ bulunmaktaydı.
Akıl baliğ olan her müslüman kadın ve erkeğin şu dört şeyi bilmesi gerekir:
l - İlim: Yani; Allah'ı, Rasulullah'ı ve İslam dinini delille bilmektir.
2- - Amel: Bu ilimle amel etmektir.
3-- Buna davet etmek.
4-- Davet sırasında görülen eziyetlere sabretmek.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Asra yemin olsun ki insan hiç şüphesiz hüsrandadır. Ancak inanıp yararlı iş işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır." (Asr: 1-3)
İmam Buhari (rahmetullahialeyh):
"Ey Muhammedi Bil ki Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur. Kendinin, inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile." (Muhammed: 19) ayetini zikrettikten sonra şöyle diyor:
"İlim amelden öncedir. Çünkü Allah (c.c) bu ayeti kerimede ilim yapmayı amel ve tebliğ etmekten önce söyledi. Yani yapılan amellerin bilerek ve şuurlu olarak yapılması gerekir."
Akıl baliğ olan her müslüman kadın ve erkeğin aşağıdaki üç meseleyi öğrenmesi, inanıp buna uygun amel etmesi farzdır.
Birincisi: Allah (c.c) bizi yarattı. Bize rızık verdi. Bizi başıboş bırakmadı ve bize bir rasul gönderdi. Bu rasule itaat edip gösterdiği şekilde hareket eden cennete girer, ona karşı gelip isyan eden ise cehenneme girer.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Firavun'a bir rasul gönderdiğimiz gibi size de hakkınızda şahitlik edecek bir rasul gönderdik.
Ama Firavun o rasule karşı gelmişti de onu çok ağır bir cezaya uğratmıştık." (Müzzemmil: 15-16)
İkincisi: Allah; ibadette (yani gerçek anlamdaki ibadette) ister rasul, ister melek olsun hiçbir şeyin kendisine şirk (ortak) koşulmasından asla razı olmaz.
Allah (c. c) şöyle buyuruyor:
"Mescidler şüphesiz ki Allah'ındır. Öyleyse oralarda Allah'tan başka bir şeye ibadet etmeyin."
(Cin: 18)
(Yani; Allah'ın size insanları davet etmekle emrettiği şeylerden başka bir şeye insanları davet etmeyin. Böyle yaparsanız müşrik olursunuz.)
Üçüncüsü: İbadeti yalnız Allah'a has kılıp Rasulüne itaat eden hiçbir insanın müşrik ve kafirlere sevgi ve dostluk göstermesi en yakın akrabası bile olsa caiz olmayıp büyük şirktir.
Allah (c. c) şöyle buyuruyor:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile, Allah'a ve Rasulüne karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin. İşte Allah imanı bunların kalplerine yazmış ve katından bir nur ile onları desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan içinde temelli kalacakları cennetlere koyar. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah'tan razı olmuştur. İşte bunlar Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin ki saadete erecek olanlar Allah'tan yana olanlardır." (Mücadele: 22)
"Ey Muhammedi De ki: "Eğer babalarınız,oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız,elde ettiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evleriniz Allah'tan, Resulü'nden ve Allah yolunda cihad etmekten sizin için daha fazla sevgili ise Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah (fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe: 24)

KULUN RABBİNİ BİLMESİ


KULUN RABBİNİ BİLMESİ


Kul Rabbini Nasıl Bilmeli? Kul Rabbini O'nun kendisini Kur'an'ı Kerim'de vakfettiği ve Rasulullah'ın bizlere açıkladığı şekilde bilmeli ayrıca Allah'ın isim ve sıfatlarını bilip, O'nu her türlü noksan sıfatlardan uzak tutmalıdır. Bu herkesin bilmesi gereken üç temel şeyden biridir. Ancak bunları öğrendikten sonra Rabbimizin isteğine uygun olarak O'na ibadet etmiş oluruz.
RAB: Bütün insanları ve mahlukları yoktan var-eden, yarattıklarının yegane sahibi" bütün yarattıklarını nimetiyle terbiye eden ve besleyendir. Allah'ın nimetleri sınırsızdır.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Allah istediğiniz her şeyden size verdi. Allah'ın nimetlerini saymaya kalkarsanız bitiremezsiniz. Şüphesiz ki insan çok zalim ve çok nankördür."
(İbrahim: 34)
"insan yaratılıp bahse değer bir şey haline gelmeden evvel onun üzerinden uzun bir zaman geçmemiş midir?"(İnsan: 1)
Allah (c.c) insan neslini uzun bir yokluk devresinden sonra yoktan var ederek ona türlü türlü rızıklar ve nimetler verdi. Ve insanları yalnızca kendisine ibadet etmeleri için yarattı.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Hamd âlemlerin Rabbî olan Allah'a mahsustur." (Fatiha: 1)
HAMD: Allah (c.c)'yu bütün noksan sıfatlardan (yani; mahlukata benzemekten) uzak tutmak, O'nu her şeyden çok sevmek ve hak ettiği şekilde O'nu yüceltmek demektir.



ALEMLERİN RABBİ NASIL TANINIR?


Alemlerin Rabbi; ayetleriyle, yarattıklarıyla, gece, gündüz, güneş, ay, yedi gökler, yedi yerler ve bunun içindekiler ve arasındakiler ile tanınır.
Allah (c.c)'nun en yüce ayetlerinden biri gündüz ve gecedir. Gece gündüzü örtünce sanki gündüz yokmuş gibi olur. Sonra gündüz gelir. Gecenin karanlığını ortadan kaldırır. Sanki gece yokmuş gibi olur. Birinin gidip diğerinin gelmesi ve bunların düzenli bir şekilde birbirini takip etmesi Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren büyük bir delildir.
Allah'ın varlığını ve birliğini ispat eden ve gözle görülen diğer deliller ise güneş ve aydır. Bunların düzenli bir hareketlerinin olması ve birbirine çarpmaması Allah'ın varlığını ve birliğini ispat eden büyük bir delildir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Gece de onlar için bir delildir. Ondan gündüzü sıyırıp alırız da karanlıkta kalıverirler. Güneş de kendi ekseninde dönüp durmaktadır. Bu her şeye galip olan ve her şeyi bilen Allah'ın bir takdiridir.Aya varacağı yollar tayin ettik. Nihayet o, eski hurma salkımının eğri sapına döner. Ne güneşin aya erişmesi gerekir. Ne gece gündüzü geçer. Her biri bir yörüngede yüzmektedir." (Yasin: 37-40)
Allah'ın varlığını ve birliğini ispat eden başka bir delil ise yedi gökler ve yedi yerler, yedi göklerin içindeki parlak yıldızlar ve yeryüzündeki dağlar, denizler, çeşit çeşit bitkiler, hayvanlar ve diğer varlıklardır.


YARATILIŞIN GAYESİ


Allah (c. c) şöyle buyuruyor:"Gece ile gündüz, güneş ile ay Allah'ın varlığının belgelerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin.Eğer yalnız Allah'a kulluk etmek istiyorsanız yalnız bunları yaratana secde edin."(Fussilet: 37)
Allah (c.c) yalnız kendisine ibadet edilmesini emretti. Gece, gündüz, güneş, ay ve diğer yarlıkları hiçbir şeye ihtiyaç duymadan kendisi yarattı. İbadet edilmeye de yalnızca bütün bu varlıkları yoktan var eden Allah layıktır. Ve Ö, hiçbir şeyin kendisine ortak koşulmasına asla razı olmaz.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor;
"Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra arşa istiva eden, gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen, güneşi, ayı, yıldızları hepsini buyruğuna baş eğdirerek yaratan Allah'tır. Bilin ki yaratma da emir de O'nun hakkıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir."(A'raf: 54)
Allah (c.c) bütün mahlukatı yalnızca kendisi yarattı. Emir verme (hüküm verme) de yalnız O'nun hakkıdır. Yaratma işinde nasıl O'nun ortağı yoksa hüküm vermede de O'nun ortağı yoktur. Allah hüküm vermede kendisine ortak koşulmasından asla razı olmaz.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar! Size ve sizden öncekileri yaratan Rabbînize kulluk ediniz ki O'na karşı gelmekten sakınmış olabilesiniz. O, yeryüzünü size bir döşek ve göğü de bir bina kıldı. Gökten su indirip onunla size rızık olmak üzere ürünler meydana getirdi. Artık Allah'a bile bile eş koşmayın."(Bakara: 21-22)
Müfessir İbn-i Kesir: "Yalnızca bu mevcudatı yoktan var eden kimseye ibadet edilmesi gerekir" dedi. Ayet-i Kerimedeki "bile bile Allah'a eş koşmayın" ise Allah (c.c)'nun bu varlıkları tek başına yarattığını, gökten su indirdiğini, yeryüzünü insanlar için bir döşek, göğü ise bir bina kıldığını, O'ndan başka bir rızık veren olmadığını bildiğiniz halde O'na ibadette bile bile eş koşuyorsunuz, demektir.
İbadetin kelime olarak anlamı: Boyun eğmek, itaat etmek, küçüklüğünü kabul etmek demektir.
Şer'i manası ise; Allah'ın sevdiği, kabul ettiği, razı olduğu ve emrettiği bütün gizli ve açık ameller ve sözlerdir. Onlardan bazıları; iman, İslam, İhsan, Dua, Korkmak, Umut Etmek, Tevekkül Etmek, Ummak, Gönülden Saygı Duymak, Yönelmek, Yardım İstemek, Sığınmak, Yardımına Çağırmak, Kurban Kesmek, Hükmünü Kabul Etmek ve Adak Adamak'tır. Bunlar ve diğer ibadetler yalnız Allah'a yapılır. Ne Allah'a yakın bir melek, ne bir resul, ne de bunlardan başka bir şeye ibadet yapılır. İbadet türlerinden birini mahluk için yapan bir kimseden daha sapık, daha zalim kim olabilir?
İbadet çeşitlerinden herhangi birisini Allah'tan başkasına yapmak (yani; ölülerden veya salih kimselerden yardım istemek, onlardan korkmak, onların kendisine herhangi bir zarar veya fayda sağlayabileceğine inanmak veya bir felaket anında ölü bir kimseyi yardımına çağırmak) büyük şirklerdendir. İnsanı İslam milletinden çıkaran büyük küfürdür.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Allah'la beraber delili olmadığı halde Allah'a eş koşanların hesabını Rabbi görecektir. Allah kafirleri kurtuluşa erdirmez." (Mü'minun: 117)
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Mescidler şüphesiz ki Allah'ındır. Öyleyse oralarda Allah'tan başka hiçbir şeye ibadet etmeyin."(Cîn: 18)
Mescidlerde, Allah'ın emrettiği şeylerden başkasına insanları davet eden kimse Allah'a şirk koşmuş olur.
Şimdi daha önce zikrettiğimiz ibadet türlerinin Kur'an'ı Kerim'den delillerini görelim.
Allah (c.c) aşağıdaki ayeti kerimede dua etmenin ibadet olduğunu bizlere bildiriyor:
"Rabbiniz: "Bana dua ediniz ki size karşılığını vereyim. Bana ibadet etmeyi büyüklüklerine yediremeyen kimseler aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir" buyurdu."(Mü'min: 60)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:"Dua ibadetin beynidir (başıdır)."Diğer bir rivayette:"Dua ibadettir." buyurmuştur.(Tirmizi-Ebu Dayud-İbn-i Mace)
Allah (c.c) kullarının, yalnızca kendisine dua etmelerini emretti ve dua ettikleri zaman da kabul edeceğine dair söz verdi. Bu da duanın ibadet olduğunu gösterir. Üstelik dua ibadetlerin en üstünüdür. Bu ayetler gösteriyor ki Allah (c.c) kendisine dua edilmesinden hoşnut olur.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"Allah'tan istemeyen (dua etmeyen) kimseye Allah kızar."(Tirmızi-İbn-i Mace)
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Eğer bana inanmışsanız onlardan korkmayın benden korkun." (Al-i İmran: 175)
"Onlardan korkmayın benden korkun."(Maide: 3)
Bu ayetler gösteriyor ki; korkmak bir ibadettir. Burada bahsedilen mahlukattan korkmak, Allah istemediği halde bir kötülük gelebileceğine inanmak veya zannetmek demektir. Yalnız Allah'ın elinde olan şeyler için Allah'tan başkasından korkmak büyük şirklerdendir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine ibadette hiç ortak koşmasın."(Kehf: 110)
Yani; Allah'tan korkan, Allah'tan mükafat uman, Ö1 nün azabından korkan, O'na kavuşmayı ve O'nu görmeyi uman kimse sadece Allah'ın rızasını gözeterek şeriata uygun amel işlesin demektir.
Allah (c.c) amellerin kabulü için şu iki şartın gerçekleşmesini istiyor:
1 o Amelin sadece Allah rızası için işlenmesi.
2 o Amelin Allah'ın istediği şekilde yapılması.
Bu iki şarttan biri eksik olursa yapılan amel kabul edilmez.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Eğer mü'min iseniz yalnız Allah'a tevekkül edin." (Maide: 23)
"Kim Allah'a tevekkül ederse Allah ona yeter."(Talak: 3)
Ayetlerdeki "Allah'a tevekkül etmek" Allah'a gönülden bağlanmak, bütün işlerde aczini itiraf ederek O'na güvenmek demektir.
Bu ayetlerden anlıyoruz ki yalnız Allah'a tevekkül edilin Ve bu kalbin en yüce ibadetlerindendir.
Allah (c,c) şöyle buyuruyor:"Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak bize yalvarıyorlar, bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı." (Enbiya: 90)
Ayetteki "korkarak ve umarak bize yalvarıyorlar sözünden maksat; Allah'ın azabından korkarak ve Allah'ın rahmetini umarak Allah'a yalvarıyorlardı, demektir.
Bu ayet gösteriyor ki, ummak, korkmak, gönülden saygı duymak ibadetlerdendir. Kim bunlardan birini Allah'tan başkasına yaparsa müşrik olur.
Allah (c. c) şöyle buyuruyor:
"Rabbinize yönelin, azab size gelmeden önce O'na teslim olun. Sonra yardım görmezsiniz."(Zümer: 54)
"Rabbinize yönelin" demek; Allah'a tevbe edin demektir. Yani işlenen haramlardan pişman olup tekrar işlememek ve Allah'a ibadete yönelmek demektir.
Ayetteki: "Ona teslim olun" demek; bütün ibadetleri yalnız Allah için yapın ve tevhidde ihlaslı olun demektir.
"Azab size gelmeden önce" demek; Allah'ın azabı gelmeden tevbe edip iyi amel işleyin demektir.
Bu ayet Allah'a yönelmenin ibadet olduğunu gösteriyor. Çünkü Allah (c.c) yalnız kendisine yönelmemizi emrediyor. Allah'ın bütün emrettiklerini yerine getirmek ibadettir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Yalnızca sana kulluk eder ve yalnızca senden yardım dileriz." (Fatiha: 4)
"Yalnızca sana kulluk ederiz" demek; bütün şirklerden uzak durarak, kendimizi şirkten tamamen arındırarak sana ibadet ederiz, demektir.
"Senden yardım dileriz" demek; her konuda yalnız senden yardım isteriz, demektir. Çünkü gerçek kuvvet sahibi yalnız Allah'tır.
Rasulullah (s. a. s) şöyle buyuruyor:"Yardım istediğin zaman yalnızca Allah'tan yardım iste."(Müslim)
Hadisi şerifte yardımın sadece Allah'tan istenebileceği ve her şeyde O'na güvenilmesi gerektiği bildiriliyor. Bir kişi yalnız Allah'ın yapabileceği bir şey için Allah'tan başkasından yardım isterse müşrik olur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"De ki: İnsanların hükümranı ve insanların Rabbi olan Allah'a sığınırım."(Nas: 1-2)
"Sığınmak" korkulan bir şeyden kaçmak, bu korkuyu bizim üzerimizden atabilecek birine başvurmak demektir. Ve bu en büyük ibadetlerden biridir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Rabbinizi yardıma çağırıyordunuz. O: "Ben,size birbiri peşinden bin melekle yardım ederim" diye cevap vermişti." (Enfal: 9)
Rasulullah (s.a.s) Bedir harbinde müşriklerin çokluğunu görünce Allah'tan yardım istedi. Allah (c.c) da ona yardım ederek zafere ulaştırdı. Bu ayetten anlaşılıyor ki yardımına çağırmak ibadettir. Allah'tan başkasını yardımına çağırmak şirktir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor
"De ki: Namazım, kestiğim kurban, hayatım ve ölümüm Alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Müslümanların ilki olarak bununla emrolundum."(En'am: 162-163)
Yani; Ey Muhammedi De ki: Ey Allah'tan başkasına ibadet eden, Allah'tan başkası için kurban kesen müşrikler! Ben ibadetimi yalnız Allah için yapar, yalnız O'nun için kurban keserim. Bütün hayatım ve ölümüm yalnız Alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Böylece amel etmek ve bunu söylemekle emrolundum.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:"Rabbin için namaz kıl, kurban kes." (Kevser: 2)
Yani; Allah rızasını hedef kabul ederek namaz kıl ve kurban kes demektir. Namaz bedenle, kurban ise mal ile yapılan ibadetlerin en hayırlısıdır. Kurban kesmek iki sebepten dolayı en hayırlı mali ibadettir.
Birincisi: Yalnız Allah'a itaat edilmiş olunur.
İkincisi ise; canlı bir hayvanı boğazlamak insan nefsine zor geldiği halde bunu yalnız Allah rızasını kazanmak için yapmaktır.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:"Allah kendisinden başkasına kurban kesen kimseye lanet eder." (Müslim)
"Lanet etmek" Allah'ın rahmetinden uzaklaştırmak demektir. Bu hadis gösteriyor ki kurban kesmek ibadettir. Çünkü Allah (c.c) kendisinden başkasına kurban kesenlere lanet etmiştir.
Kim putlar için, mezarlar için, kendisine fayda sağlayacağını zannettiği ölü veya diri bir kimse için, bir kimseye saygı gösterdiğini belli etmek için kurban keserse müşrik olur.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
"Onlar adadıkları şeyleri yerine getirirler, fenalığı yaygın olan bir günden de korkarlar."(İnsan: 7)
Adak adamak; bir kimsenin Allah'ın kendisini yerine getirmekle sorumlu tutmadığı bir şeyi yerine getirmek için kendi kendine söz vermesidir. Ayetteki "Adadıkları şeyleri yerine getirirler" demek; adak adamayı ibadet olarak kabul edip bunu Allah için yerine getirirler, demektir. Allah (c.c) onları bu davranışlarından dolayı övüyor. Allah (c.c) ancak kendisine ibadet edenleri över. Bu da gösteriyor ki adak adamak ibadettir. Kim, Allah'tan başkasına adak adarsa Allah'a ortak koşmuş olur.


ALLAH'A İMAN BÜTÜN İNANCIN TEMELİDİR


ALLAH'A İMAN BÜTÜN İNANCIN TEMELİDİR


Şüphesiz ki, Allah'a, taat ve ibadete layık, kahhar, muhtar, yüce varlığa iman; dinin ruhu ve özüdür. Aynı zamanda Allah'ın Kitabı'nın ve Resûlü'nün (s.a.s.) sünnetinin belirttiği gibi İslâm'ın ruhu, bütün inancın temelidir.
Kur'an-ı Kerim, imanın rüknü ve ona bağlı konulardan bahsederken, şu ayette olduğu gibi, O'na imanı bunların ilki ve temeli olarak ortaya koyar: "Peygamber ve müminler, O'na Rabbinden indirilene inanırlar. Yine hepsi Allah'a, ahiret gününe, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inanırlar.(Bakara,285)Diğer bir ayette ise: "...Lakin iyi olan (el-birr), Allah'a ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanan kimsedir.-(Bakara, 177)Başka bir ayet şöyledir: "Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin (imanınızda sabit olun). Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa dalmıştır." (Nisa, 136)
Allah Resûlü de meşhur Cibril hadisinde, kendisine iman hakkında sorulduğunda şöyle demektedir: "İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerre inanmaktır."
Asıl olan Allah'a imandır. Akaidin diğer kısımları buna izafe edilmiş, buna bağlanmıştır. Allah'a iman ettikten sonra, sırasıyla, meleklerine, kitaplarına, resullerine, dirilmeye, hesap vermeye, kaza ve kaderin O'ndan geldiğine iman edilir. Bütün bunlara iman etmek, Allah'a iman etmenin bir parçasıdır, akide bunun üzerine bina edilmiştir. Resûle iman, ancak O'nu gönderene imandan sonra tasavvur edilebilir. Ceza ve hesaba iman da ancak cezalandıran ve hesaba çekene imandan sonra mümkündür.
Allah'a iman doğal olarak, onun varlığına ve rububiyet ve uluhiyetinde vahdaniyetine, esmâ-i hüsnâsına, kendisinin layık olduğu sıfatlarla sıfatlanması ve bütün eksikliklerden uzak olduğuna imanı beraberinde getirir.
Bizim için Allah'ın varlığı kesinlikle şüphe bulunmayan bir hakikattir. Daha da öte, hakikatların en aşikâr olanıdır. Buna sağlıklı bünyeler tanıklık etmektedir. Olgun akıllar buna yönelmektedir. İlimde rüsuh (derinlikli bilgi) sahibi olanlar iç ve dış dünyalarında gördükleri dehşetengiz ibda, düzen, takdir ve hidayetten dolayı bu görüşü desteklemektedirler.
Eğer bu büyük hakikat, bazı insanlara gizli kalmışsa, bu; denildiği gibi, varlığının ve gizliliğinin şiddetinden dolayıdır.
İnsanlığın ortak olduğu fıtratı reddedip, aklın ve mantığın yoluna direnenler, Allah'ı inkar ederek tevhidin dışına çıkmış kişilerdir.


İslâm Tevhid Üzerine Kurulur


Gerçek şu ki, İslâm'ın, Allah Teâlâ'nın varlığına iman üzerine kurulması, bunun fıtrî bir gereklilik oluşundan dolayı değildir. Çok önemle üzerinde durduğu, ancak insanların bunda gafil olduğu, İslâm akidesinin özü ve İslâmî varlığın ruhu olan tevhid akidesinden dolayıdır. Bu evren üzerinde yaratmanın, hükümranlığın, dönüşün kendisine olduğu, her-şeyin Rabbi olan, her işi evirip çeviren, inkar edilmeye değil, sadece O'na iman edilmeye, küfredip nankörlük edilmeye değil şükredilmeye, isyana değil itaata lâyık olan bir tanrıya imandır. "İşte, Rabbiniz, Allah budur. O'ndan başka tanrı yoktur, her şeyi yaratandır. O her şeye vekildir. Gözler O'nu görmez, O bütün gözleri görür. O latiftir, haberdardır."(Enam, 102-103.)
İslâm geldiğinde, dünyanın her köşesinde şirk hakimdi. Arap yarımadasında, İbrahim'in (a.s.) dinine göre ibadet eden birkaç hanif ve semavî dinleri bozan putçu tahrifattan sağlam kalabilen ehli kitap kalıntılarından başka kimse yoktu. Arap toplumunun cahiliye döneminde boğazlarına kadar pulculuğa battıklarını bilmek bizim için yeterlidir. Bu o dereceye varmıştı ki, yalnızca Allah'a ibadet edilsin diye; Put kıran İbrahim (a.s.)'ın inşa ettiği Kabe'nin içinde ve çevresinde 360 tane put vardı. Bunun yanında, her evde, ev halkının taptığı bir put bulunuyordu.
İmam Buhari, Ebu Reca el-Hari'den şöyle rivayet etmektedir: Taşlara tapardık, ondan daha iyisini bulduğumuzda; onu atar, diğerini alırdık. Taş bulamadığımız zaman ise, bir avuç toprak alır, koyunu getirip üzerine sağar, sonra da onu yanımızda taşırdık."
Bundan başka, yaptıkları, çoğu zaman yolculuklarında yanlarında acveden.(Bir çeşit hurma. (Çev.) tanrılar taşırlardı. Yiyecekleri bitip açlık bastırınca, başka yiyecek bir şey bulamazlarsa, onu yerlerdi. Bu türden bir ilaha Kur'an şu ayetiyle işaret etmektedir: "Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar. İsteyen de, istenen de aciz." (Hacc, 73.)
Milâdî altıncı asırda Hindistan'da putçuluk o kadar artmıştı ki; o vakit 360 milyon tanrı vardı.
Semavi dinlere bile putçuluk girmiş, safiyetini bozmuş, arılığını yok etmişti. "Yahudiler 'Üzeyr Allah'ın oğludur' dediler. Hıristiyanlar, 'Mesih Allah'ın oğludur' dediler" (Tevbe, 30) Hıristiyanlara göre; İsa, Hak ilahtan hak bir ilahtır.
Birçok toplumda yaygın bulunan şirk türlerinden biri de, Allah'tan başka veya O'nunla birlikte ibadet edilen Allah'ın kız ve erkek çocuklarının olduğudur. Eski Hintlilerin Kirişna ve Buda hakkındaki zanları gibi.
Araplar da melekler hakkında şöyle bir zanda bulunmuşlardır. Onlar, Allah'ın kızlarıdır. Bu konuda Kur'an şöyle der: "Rahman çocuk edindi, dediler. Hayır, onlar, ikramda bulunulan kullardır. Allah'tan önce söz söylemezler. Ancak O'nun emriyle davranırlar. Allah, onların yaptıklarım ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar, Allah'ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. O'nun korkusundan titrerler. " (Enbiya, 26-28)
Bundan dolayı İslâm, büyük bir dikkat ve özenle ilim ve amel olarak Allah'ın birliğine davette bulunmaya, şirke karşı hem akide, hem de davranış noktasında direniş ve mücadeleye önem vermiştir: "Tanrınız, tek bir Tanrıdır. Rahman ve Rahim olandan başka tanrı yoktur. (Bakara, 163)


Fıtratın Allah'ın Birliğine Delalet Edişi


Fıtrî, aklî ve tarihî delillerin hepsi, ilahın bir ve tek olduğuna delalet etmektedir. İnsan, herhangi bir müdahale ve yönlendirme olmaksızın; fıtrat ve yaratılışı üzerine bırakıldığında, kendisinin, insan üstü, doğa üstü yüce bir güce yöneldiğini görür. İsteyerek ve korkarak ona duada bulunur. Özellikle; boğazına kadar battığında, nefes alması zorlaştığında, acı durumlarla yüz yüze geldiğinde, insanlar yardım elini çektiklerinde. İşte o zaman vehim, cehalet, heva ve çevre etkisiyle, kendisine yöneldiği, insan, hayvan, bitki ya da cansız sahte tanrılardan uzaklaşır, ihlasla Rabbine yönelir. Bu durum, batmak üzere olan gemi yolcularının kıssasına benzer. Kur'an şöyle buyurur: "Bulunduğunuz gemi, içindekileri güzel bir rüzgarla götürürken yolcular neşelenirler, bir fırtına çıkıp ta, onları her taraftan dalgaların sardığı ve çepeçevre kuşatıldıklarını sandıkları anda ise Allah'ın dinine sarılarak 'bizi bu tehlikeden kurtarırsan andolsun ki şükredenlerden oluruz' diye O'na yalvarırlar."(Yunus, 20)
Bu örneği, Allah'ın varlığına delil olması nedeniyle zikrettik. Bu, aynı zamanda O'nun birliğine de delildir. Şüphesiz insan dış etkilerden soyutlandığında, özüne döndüğünde, zorluk ve darlık anında puta dua etmez. Tersine, Allah'ın müşriklerin psikolojik yapısını belirtirken dediği gibi, tek olan, kendisinin ve her şeyin Rabbi olan Allah'a yönelir. "Dini ihlasla O'na tahsis ederek dua ettiler."


Aklî Deliller


Akıl da bu evrenin bir yaratıcısının bulunduğuna delalet eder. Bu koskoca evreni, içindeki küçük büyük, canlı cansız, dilli dilsiz, akıllı akılsız, değerli değersiz bütün varlıkları tek bir "yasa" düzenlemektedir. Bu yasa, hem atomu, hem saman yolunu düzenlemektedir. O kadar ki, fen bilgim atoma baktığında; yapısında güneş sisteminin yapısına benzer, farklı olmayan bir yapıyla karşılaşır. Bütün yaratıklarda çiftlik esastır. Eskiden insanlar bunu, insan ve hayvanda erkeklik ve dişilik olarak tanımlıyorlardı. Hurma gibi bazı bitkiler için de, aynı mülahazayı yaptılar. Daha sonra bilim, bütün bitkilerde erkeklik ve dişiliğin bulunduğunu keşfetti. Hatta elektrik gibi bazı cansız maddelerde de çiftliği eksi artı şeklinde buldular. Bütün evrensel yapının özü olan atom çekirdekle birlikte, bir eksi ve bir artı yükten oluşur. Bu yeni bilimsel buluş, ondört asır önce Kur'an'ın getirdiği şu hakikati tasdik etmekten ibarettir: "Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir." (Yasin,36.)
"İbret alasınız diye her şeyi çift çift yarattık. "(Zariyat, 49.)Bu "her şey" genellemesi, mecaz ve çoğunluk değil, hakikattir.
Bu evrenin birliğinin delillerinden biri de onun parçaları ve bölümleri arasındaki yardımlaşma, düzen ve ahenktir. Her bir parça diğer parçalara çarpmaksızın, seyrine engel olmaksızın kendi görevini yerine getirmektedir. Bununla da kalmayıp, ihtiyaç içinde olana yardım elini uzatmakta, kendisinde yoksa başkasından almaktadır. Hayvanlar alemi ile bitkiler alemi arasındaki ilişkide bunu açıkça görmekteyiz. Onlar kendi aralarında, hayatlarını devam ettirmek için solunum konusunda bir anlaşma mı yaptılar? Yoksa, bu iki alem arasındaki ilişkiyi bu şekilde düzenleyen biri mi var?
Güneş ile ay arasındaki ilişkiyi düzenleyen kimdir? Dünya ile ayınkini, ay ile güneşinkini, güneş sistemindeki yıldızların birbiriyle olan ilişkilerini, şu koskoca gezegenimizdeki milyonlarca yıldız kümesinin güneş sistemiyle ilişkisini düzenleyen kimdir? Gezegenimizle, diğer milyonlarca gezegen arasındaki düzeni sağlayan kimdir? Öyle ki, çatışmayıp, yardımlaşmaktadırlar. Bütün bunlar, bir hesap ve ölçüye göre değil midir? "Güneş ve ayın hareketleri bir hesaba göredir. Bitkiler ve ağaçlar onun buyruğuna boyun eğerler. O, göğü yükseltmiştir, tartıyı koymuştur. Artık tartıda tecavüz etmeyin. "(Rahman, 5-8).
"Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede seyrederler.(Yasin, 40)
Şüphesiz ki evrende, hem göz ile hem de basiret ile görülen bu birlik, hem Yaratıcının varlığının hem de O'nun birliğinin net bir delilidir. Eğer bu evrenin birden fazla yaratıcısı bulunsaydı, nizam bozulur, ölçüsü değişirdi. Her yaratıcının yarattığı ve hükümran olduğu şey üzerinde eserini görürdük. Böylece, yaratıcıların iradelerinin farklılığından dolayı yaratma kanun ve yöntemleri farklılaşır ve çatışırdı. Ve doğal olarak, evrenin toptan yok olmasına neden olurdu. Bu evrensel delile Kur'an gök ve yerden bahsederek şöyle işarette bulunur: "Eğer, yer ve gökte Allah'tan başka bir tanrı olsaydı, ikisi de fesada uğrardı. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.' (Enbiya, 22)
Diğer bir ayette ise şöyle der: "Allah çocuk edinmemiştir. O'nun yanında hiçbir tanrı yoktur. Olsaydı, her tanrı kendi yarattığı ile beraber gider ve birbirinden üstün olmaya çalışırlardı. Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir." (Müminun, 91)
Evrenin birliği delilinden yola çıkarak yüce Rabbin birliğine varma, sağlam insan aklının kabul ettiği bir şeydir. Akıl, çokluktan birliğe gitmeyi öngörür. Birçok nedenden bir nedene ulaşmaya çalışır. Nedenlerin nedeni O'dur. Bazı filozoflara evrenin yaratıcısına ilk illet dedirten de budur.


Naklî Deliller


Fıtrî ve aklî delillerden başka, naklî deliller de vardır. Bunlar, nesillerin Allah Teâlâ'nın kitap ve resullerinden çeşitli zaman ve mekanlarda, bir tek olan Allah'a (c.c.) imana, ortağı bulunmadığına, ibadetin yalnız O'na mahsus olduğuna ve Allah'ın, haklarında hiçbir delil indirmeksizin O'na şirk koşan kavimlerin inkarı hususunda edilen rivayetlerdir.
Yeryüzünün hidayeti için gökten indirilen, korunmuş (mahfuz) ilahî bir belge olan Kur'an bize; tevhid akidesiyle gönderilen bütün peygamberlerden haber vermektedir. Bu, Allah ile birlikte başkalarına ibadet ederek şirk koşanlara karşı onların ne aklî ne de naklî bir delillerinin olmadığının kanıtıdır. Gelin, Enbiya suresinin şu ayetlerine kulak verelim,Kur'an'ın onları nasıl azarladığını, nasıl meydan okuduğunu görelim: "Yeryüzünde edindikleri tanrılar mı ölüleri diriltecekler? Eğer yer ve gökte Allah'tan başka tanrı olsaydı, ikisi de fesada uğrardı. Yoksa, O'nu bırakıp tanrılar mı edindiler? De ki: 'Kesin delilinizi getirin. İşte benim ve ümmetimin Kitabı ve benden öncekilerin kitabı.' Hayır, onların çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler. Ey Muhammedi Senden önce gönderdiğimiz her peygambere; 'Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk edin' diye vahy etmişizdir." (Enbiya, 21-25.)
Ahkaf sûresinde ise; idraklarına nakli bir delille karşılık vermektedir: "Eğer doğru sözlü iseniz, size indirilmiş bir kitap ve intikal etmiş bir bilgi kırıntısı varsa; bana getirin." (Ahkaf, 4.)


Tevhid Allah'a İmanın Özüdür



Kardeşim, Allah'a imanın bütün İslâm akaidinin özü olduğuna inandıktan sonraki vazifen, Allah'ı birlemenin (Tevhid) Allah Teâlâ'ya imanın özü olduğunu öğrenmektir. Hak Tevhid'den ayrılırsa küfür olur, şirk olur, pislik olur, günah olur, büyük bir zulüm ve apaçık bir sapıklık olur.
Müslüman! Bunun için, Allah'ın emir buyurduğu, dinini üzerine bina ettiği, onunla kitabını indirdiği, Resûlünü gönderdiği, dünya ve ahiret mutluluğunun varlığına ve yokluğuna bağlandığı, ehline ve yardımcılarına cennetin, düşmanlarına ise cehennemin vadedildiği tevhidin hakikatini öğrenmen gerekmektedir. Birçok grup, kendisini ona nispet etmekte, kendilerinin gerçek tevhid üzere olduklarını, diğerlerinin ise batıl üzere olduklarını iddia etmektedirler. Şair şöyle der:
Herkes Leyla'yı elde ettiğini sanıyor
Ancak Leyla ne onu, ne de bunu kabul ediyor.
Aristo felsefesi savunucuları ve onu izleyen müslüman felsefecilerde, tevhidi şu şekilde görmekteyiz: Mahiyet ve sıfattan soyutlanmış bir varlığın ispat edilmesi. Daha da ötesi O, hiçbir mahiyeti olmayan, hiçbir sıfatı bulunmayan mutlak bir varlıktır. Bütün sıfatları ilave ve izafidir. Bunlar o kadar ileri gittiler ki, semavî dinlerin davet ettiği Rabbin zatını, O'nun alemi yarattığını, onu yönettiğini, orada ne olup bitiyorsa bildiğim inkara yöneldiler. Yıldızlar aleminin kadim olduğunu, Allah'ın ölüleri diriltmeyeceğini, peygamberliğin müktesep olduğunu söylediler. Bu, bir hurafedir. Bununla da yetinmeyip şunları ileri sürdüler: Allah'ın (c.c.) kesinlikle bazı varlıkları bilmediğini, dünyadaki bazı şeyleri değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini, yıldızların ne yaratıldığını ne de yok olacağını, helalin ve haramın, emir ve nehyin, cennet ve cehennemin olmadığı. İşte bu, onların tevhididir.
Peki, ya vahdet-i vücutçular? Onları duydun mu? Onlar, sadece kendilerinin muvahhid (birleyen) olduklarını, başkalarının ise muaddid (çoklayan, Çoğaltıcı) olduklarını zannediyorlar. Onların tevhid zannettikleri şeyi biliyor musun? Şudur: Şüphesiz ki münezzeh olan Hak, yaratılanın kendisidir. O, yani Allah, bütün mahlukatın kendisi, hakikatin mahiyetidir. O, her şeyin ayeti (işareti)'dir. Orada buna delalet eden işaret vardır. Bu, onların araştırmacılarının üslup hatasındandır. Daha da ötesi: İşaretin kendisidir, delilin kendisidir. Delil ve delillendirilendir. Taaddüd (çokluk) vehmi değerlendirmelerin bulunmasındandır, hakikat ve varlıktan değil! Bu, onlara göre; hem nikahlayanın, hem de nikahlananın, hem kesenin hem de kesilenin, hem yiyenin hem de yenilenin kendisidir. Onlara göre bu, ilk devir kuruntularının bir kalıntısıdır. Muhakkikleri İbn-i Seb'in'in de dediği gibi; nebevi mesajın da anlatmak istediği buydu.
Bu tevhidin bölüm ve sonuçlarından biri de şudur: Firavun ve Nemrud gibiler, kamil iman sahibi müminlerdir. Gerçekten Allah'ı tanıyanlardır. Puta tapanlar, Allah'tan başkasına değil, yalnızca O'na tapınışlardır. Onlar, hak ve hakikat üzeredirler. Anne, kız kardeş ve yabancı kadın, su ve içki, nikahın helalliği ve haramlığı arasında fark yoktur.,Hepsi, bir tek şeydir ve o, her şeydir. Peygamberler insanlara yolu zorlaştırmışlar, hedefi uzaklaştırmışlardır. İş, onların getirdiklerinin ve davet ettiklerinin çok çok ötesindedir.
Kendilerini "tevhid ve adalet sahibi" olarak adlandıran mutezilenin tevhid anlayışına da bakalım. Onlar tevhidi, beş temel ilkelerinin ilki yaptılar.
Bu mutezilî tevhidin içeriği hakkında ne biliyorsun? Onlar, Allah'ın takdirini inkar etmektedir. Evrenle ilgili Allah'ın iradesini, gücünü reddederler. Mutezilenin müteahhirin alimleri buna Cehmiyye'nin tevhidini de eklemişler ve tevhid şu şekle bürünmüştür: Kaderin, Allah'ın yüce sıfatlarının, güzel isimlerinin (esmâ-i hüsnâ) inkar edilmesi.
Bu bozuk tevhid anlayışının karşısına Cebriyye'nin tevhid anlayışı çıkmaktadır. Bunun da içeriği sudur: Hem yaratma işinin, hem de diğer fiillerin yalnızca Allah tarafından yapılması. Gerçekte, kullar bir şey yapamazlar, fiillerini yaratmazlar, buna güçleri de yetmez, onların ihtiyarî hareketleri, esen rüzgarın önündeki ağacın hareketinden bir farkı yoktur. Mahlukatta, yeti, yetenek, iç güdü, sebep yoktur. Ne olursa, sadece Allah'ın dilemesiyle olmaktadır. Bu, hiçbir sebep, hikmet ve tercihin olmadığını kabul etmektir.
Basiret sahibi, avamdan bazı dalalet içindeki müslümanların ve kendilerine şeyh süsü verenlerin tevhidinden habersiz kalır mı? Onlar din kisvesine bürünmekte, salih insan pozlarına girmektedirler. Onlar Allah'ı bırakıp veli, kutub, evsat, abdal v.b. sıfatlarla anılan kişilere dua etmekte, onlardan fayda beklemekte, onlardan korkmaktadırlar. Kabirlerini tavaf ederler, Allah'tan istediklerinden daha fazlasını onlardan isterler. Allah'tan diledikleri yardımdan daha fazlasını onlardan dilerler. Zor durumlarda onlara sığınırlar. İhtiyaçlarının giderilmesini ve zorluklarının sona erdirilmesini onlardan beklerler. Bunu, Allah ile kendi aralarında onlar bir aracı olarak gördüklerinden dolayı yaparlar ve şöyle derler: Araç olmasaydı, amaç yok olurdu.
Her şeyden önce; Hristiyanlığın tevhid anlayışını unutmamalısın. Onlar dinlerini, tevhid dini sanmaktadırlar. Şu söz ve inançlarıyla tevhid dairesinden çıkmaktadırlar: Allah, üçün üçüncüsü. Yani, baba, oğul, Ruh-ul Kudüs. Bu, bir aile ya da kutsal bir ortaklıktır. İlah baba, ilah çocuk, üçüncü olarak ta Ruh-ul Kudüs.
Onlara, bu "üç" sözünüzle tevhid nasıl oluyor dediğinizde; üç bir, bir de üçtür, akide konusunda aklın ve mantığın yeri yoktur, derler. Ve buradaki sloganları şudur: Körü körüne inan!
Bundan dolayı İslâm, hakkı batıldan ayırıp ortaya çıkarmak için öncelikle davette bulunduğu, bütün öğretilerini üzerine bina ettiği tevhidin hakikatim açıklamaktadır.


Nasıl Bir Tevhid?


İlmî, itikadi bir tehviddir bu. İlmî ve davranışsal bir tevhid. Diğer bir deyişle bu iki tevhid birbirinden ayrılmaz. Bilgide, ispatta, itikadda tevhid. İstekte, maksatta ve iradede tevhid.
Allah katında, O'na, O'nun zatında, sıfatlarında, fiillerinde ortağı, benzeri olmadığına, doğmadığına ve doğurulmadığına, ilmen ve itikaden inanılmadan tevhid gerçekleşmez. Aynı şekilde, niyet ve amel olarak, ibadet ve taati yalnızca Allah için yapmadıkça, O'na boyun eğmedikçe, O'na yönelmedikçe, O'na tevekkül edip, O'ndan korkup, O'ndan beklemedikçe bu tevhid yine gerçekleşmez.
İlk anlamdaki tevhid, İhlas suresinin tamamında, Âl-i İmran, Tâhâ, Elif Lam, Secde, Hadid surelerinin baş tarafında ve Haşr suresinin son bölümünde açıklanan tevhiddir. ikinci anlamdaki tevhid ise; Kafirun ve En'am surelerinin bütününde, A'raf suresinin ilk ve son bölümlerinde Yunus suresinin ilk, orta ve son bölümlerinde, Zümer suresinin ilk ve son bölümlerinde v.d. surelerde anlatılan ve Kur'an'ın davette bulunduğu tevhiddir. İbn-ül Kayyım, Kur'an bütün sureleri ile tevhidin her türünü de kapsamaktadır diyor.
Eski ve yeni birçok yazar birinci tür tevhide (itikadî tevhid), Rububiyyet Tevhidi, ikinci türe (amelî tevhid) ise; Uluhiyyet Tevhidi adını vermektedir.
Sanırım ki aziz okuyucu, bu iki terimin anlamının, Rabbinden bir delil üzre bulunman ve basiret sahibi olman için biraz daha aydınlatılması gerekiyor. Böylece yok olan delili ile yok olsun, yaşayan da delili ile yaşasın. Öyleyse, Rububiyyet ve Uluhiyyet Tevhidlerinin anlamı nedir?


Rububiyyet Tevhidi


Bunun anlamı, Allah'ın (c.c.) göklerin ve yerin Rabbi, içindekilerinin Yaratıcısı olduğuna, bu alemin bütününün egemenliğinin O'nun olduğuna, tasarrufunda bir ortağı bulunmadığına, hükmünde hesap vermediğine, her şeyin Rabbinin O olduğuna, her canlıya O'nun rızık verdiğine, bütün işleri O'nun evirip çevirdiğine, yalnızca O'nun yükselttiğine ve alçalttığına, yalnızca O'nun verdiğine ve engel olduğuna, zarar ve yarar verdiğine, sadece O'nun izzetli ve zelil kıldığına, onun dışındaki her şeyin ne kendisi için ne de başkası için, ne bir hayra ne de bir şerre ancak Allah'ın dilemesi ve izniyle gücü yettiğine inanmaktır. Bu tür tevhidi, eskiden dehriyyun (zamana tapanlar) ve çağımızda da komünistler gibi materyalistler inkar etmişlerdir. Materyalistlerin, tipik örneği, alemin sakin olduğuna inanan seneviyyedir. Onlara göre, bir nur (ışık) tanrısı, bir de zulmet (karanlık) tanrısı vardır. Cahiliye arapları gibi birçok müşrik bu tür tevhidi kabul ediyor, inkar etmiyorlardı. Kur'an onlar hakkında da şöyle der: "And olsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?' diye sorarsan, şüphesiz 'Allah'tır' derler." (Ankebut, 61) "And olsun ki onlara, gökten su indirip onunla, ölümünden sonra tekrar dirilten kimdir, diye sorarsan, şüphesiz Allah'tır derler." (Ankebut, 63) "Ey Muhammedi Biliyorsanız söyleyin, yer ve onda bulunanlar kimindir, de. Allah'ındır, diyecekler. Öyleyse ibret almaz mısınız, de. Yedi göğün de Rabbi, yüce arşın da Rabbi kimdir, de. Allah'tır, diyecekler. Öyleyse, O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız, de. Biliyorsanız söyleyin her şeyin hükümranlığı elinde olan, barındıran fakat himayeye muhtaç olmayan kimdir, de. Allah'tır, diyecekler. Öyleyse, nasıl aldanıyorsunuz, de."( Müminun, 84-89)''
Bu müşriklerin cevabıdır. Allah'ın evrenin Rabbliğini, her işi O'nun yaptığını kabul ettiklerini göstermektedir. Bu imanlarının bir gereği olarak yalnız O'na ibadet etmeleri, Rablerine ibadette başka bir ortak koşmamalarıdır. Ancak onlar tevhidin diğer kısmım, uluhiyyet tevhidini inkar etmişlerdir.



Uluhiyyet Tevhidi



Bunun anlamı, ibadette, boyun eğmede, kesin itaatte, ne yerde, ne de gökte tek ve ortağı olmayan Allah'ı birlemektir. Tevhid, rububiyyet tevhidine, uluhiyyet tevhidi katılmadan kesinlikle gerçekleşmez. Bu, tek başına yeterli değildir. Müşrik araplar da rububiyeti kabul ediyorlardı. Bununla birlikte, Allah'a ortak koştuklarından dolayı bu onları, İslâm'a sokmadı. Allah ile birlikte başka tanrılar edindiler. Bunların, kendilerini Allah'a daha fazla yaklaştıracağını, Allah katında onlara şefaat edeceğini sanıyorlardı.
Hıristiyanlar, Allah'ın göklerin ve yerin Rabbi olduğunu inkar etmediler. Ancak, O'na Mesih İsa'yı ortak koştular. O'nu Allah'tan başka ilah edindiler. Kur'an onların kendilerine cennetin haram, cehenneme girecek kafirler olduğunu haber vermiştir.
Çok eskiden beri insanlar bu tevhidden sapmışlar, Allah'tan başka birçok tanrıya ibadette bulunmuşlardır. Nuh kavmi; ved, süva, yeğus, yeuk, nesraya; İbrahim (a.s.)'in kavmi putlara, sebeliler güneşe, sabiîler yıldızlara, mecusiler ateşe, araplar putlara ve taşlara, Hıristiyanlar mesih ve annesine, haham ve rahiplere tapınışlardır. Bunların hepsi müşriktir. Çünkü, Allah'tan başkasının hak etmediği ibadeti O'na tahsis etmediler.
Sadece Allah'a yapılan ibadetin anlamı nedir?


İbadet:


İbadet, birbirine girmiş iki anlamı ifade eden bir kelimedir. Bir durumalışı betimler. Bu, sonsuz bir sevgi ile sonsuz bir tevazudur. Kamil bir sevgiyle bütünleşen kamil bir tevazu. İşte; ibadet budur. Tevazusuz sevgi, ya da sevgisiz tevazu ibadetin anlamını gerçekleştirmez. Bir parça tevazu ile bir parça sevgi de ibadeti gerçekleştirmez. Bütün bir tevazu ve bütün bir sevgi zorunludur.


İbadetin Çeşitleri ve Türleri:


Birçok kişinin sandığı gibi, ibadetin bir tek şekli yoktur. Tersine çeşitli tür ve şekilleri vardır:
a) Dua: Allah'a, faydalı bir şey istemek ya da zararlı bir şeyden uzaklaştırması, koruması, belanın yok olması ya da düşmana karşı zafer elde etmek v.b. şeyler elde etmek için yönelmektir. Kalbten gelen bir istekle, Allah'a yönelme, ibadetin özü ve ruhudur. Hadiste dendiği gibi, "dua ibadettir. "( Tirmizi)"
b) Dinî yükümlülükleri yerine getirme: Namaz,oruç, sadaka, hac, adak, kurban v.b.gibi.Bu ibadetlerin Allah'tan başkası için yapılması caiz değildir. Allah'tan başkasına, ne namaz kılınır, ne oruç tutulur, ne sadaka verilir, ne adakta bulunulur, ne kurban kesilir, ne de başka bir ibadet yapılır.
c) Allah'ın hüküm olarak koyduğunu kabul etme, teslim olma: Helali helal, haramı haram, hadleri ve dünya işlerini düzenleyen hükümleri olduğu gibi kabul etmek. Allah'a Rabb olarak iman eden birisi için, insanlardan, boyun eğdiği, hayatını düzenlediği hüküm, değer ve kanunları alması caiz değildir. Bu da ibadetten bir türdür.


Uluhiyyet Tevhidinin Önemi


Tevhidin bu kısmı, kısımlarının en büyüğü ve en önemlisidir. Aşağıda görüleceği gibi, peygamberlerin bütün dikkatlerini yönelttikleri budur. Tevhid kelimesini telaffuz ettiğimizde de zihnimize geliveren odur. Peygamberlerin gönderilmesi, kitapların indirilmesi onun içindir. Ondan dolayı kıyamet kopacak, hesaplar dürülecek, cennet ve cehennem pazarları kurulacak, insanlar üzgün ve mutlu olarak ayrılarak bir bölümü cennete, bir bölümü cehenneme gidecektir.


TEVHİDİN ŞİARI LA İLAHE İLLALLAH'TIR


Peygamberlerin getirdiği tevhidin hakikatini öz bir şekilde ifade eden bir şiar vardır. Bu, tevhid kelimesi, ihlas kelimesi ya da takva kelimesi olarak isimlendirilen Lailahe İllallah sözüdür. Bu büyük kelime, uluhiyyeti Allah'tan başka her şeyden kaldırıp atmayı, ve uluhiyyeti sadece O'na has kılmayı içermektedir. Gerçek olan ilah, yalnızca O'dur. Çeşitli zaman dilimlerinde, insanların O'ndan başka ibadette bulundukları ilahlar, cehalet ve vehmin yarattığı batıl sahte ilahlardır. Allah şöyle buyurmaktadır: "Keza Hak yalnız Allah'tır. O'nu bırakıp ibadet ettikleri ise batılın tâ kendisidir. Doğrusu Allah yücedir, büyüktür."(Hacc, 62)
İlah, gerçekten ibadet edilendir. Yani ibadet edilmeye, itaat edilmeye, sevilmeye layık olandır. Bu da, ibadetin anlamı olan; sonsuz sevgi ve tevazu ile bütünleşmeyi gerektirip kemal sıfatlarla sıfatlanmayla gerçekleşir. Şeyh-ul İslâm İbn-i Teymiyye'nin deyimiyle ilah şudur: Sevgisiyle kalp dolduğu, ona tevazuda bulunduğu, boyun eğdiği, korktuğu, beklediği, zor anlarda kendisine sığındığı, ihtiyaçları için dua ettiği, maslahat anlarında tevekkül ettiği, ona iltica zikriyle sükunet bulduğu ve sevgisiyle rahatladığıdır. Bu da Allah'tan başkası değildir. Bunun için, "Lailahe illallah" sözlerin en doğrusu ve en faziletlisidir. İşin başıdır. Güzellerin güzelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.s)den rivayet edilen sahih bir hadiste: "Ben ve benden önceki peygamberlerin söylediği en hayırlı söz, Lailahe illallah'tır" buyurulmuştur.
Tevhid Peygamberlerin İlk Görevidir
Bütün semavi dinlerde, tevhidin ayrı bir önemi ve yeri vardır. Nuh (a.s.)'dan Muhammed (s.a.s.)'e kadar bütün peygamberlerin davetlerinde ilk konu tevhid olmuştur. Allah'ın, kullarına hidayet rehberleri olarak gönderdiği peygamberlerin ilk görevleri, birbirinden ayrılmaz ve birbirini bütünleyen iki temel üzerinde yükselmektedir:
a- Sadece Allah'a ibadete davet.
b- Tağutlardan uzaklaşmaya davet.
Bu konuda Kur'an şöyle buyurur: "And olsun ki, her ümmete, Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının diye peygamber gönderdik."(Nahl, 36) Peygambere hitaben de şöyle diyor: "Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz her peygambere, benden korkun, bana ibadet edin, diye vahyettik."
(Enbiya, 25)
Bundan dolayı, her peygamberin kavmine yönelttiği ilk çağrının şu olduğunu görüyoruz: "Ey kavmim! Kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah'a ibadet edin."(A'raf, 59)Nuh, Hud, Salih, Şuayb v.d. hakkında da Kur'an aynı şeyi zikretmiştir.
Müşriklere gönderilen ilk peygamber Nuh (a.s.)'un da kavmine şöyle dediğini görüyoruz: "Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik. Ben sizin için apaçık uyarayım, Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. "(Hud, 25-26.)
Sonradan kavminin kendisine Rabb olarak ibadet ettiği Meryem oğlu İsa da aynı şeyi diyor: "Ey İsrail oğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin, kim Allah'a ortak koşarsa; muhakkak Allah ona cenneti haram eder, varacağı yer ateştir, zulmedenlerin yardımcıları yoktur." (Maide, 72)
Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'in (s.a.s.) tevhide ve tağuttan sakınmaya daveti en belirgin, en kuvvetli, en derin ve en sonsuz olanıdır. Kur'an ve Sünnette, apaçık görülen ve İslâm'ın ilkelerinde, şeriatında, adabında ve ahlâkında anıtlaşan da budur.


Tevhid İslâm'ın Şiarıdır


İslâm'ın tevhide verdiği önemin görüntülerinden biri de onu kendisine, diğer dinlerin hepsinden -ister putçu olsun, isterse bozulmuş ehli kitap- ayıran bir özellik, şiar kılmasıdır. İslâm'ın tanımlandığı en meşhur şey, onun bir tevhid dini olmasıdır. İslâm'ın adı, bu iki cümlede vücud bulmuş ve kim bunu söylerse, İslâm'ın kapısından girmiş olmaktadır. Bu iki cümlenin ilki "Allah'tan başka tanrı olmadığına şehadet" ikincisi ise "Muhammed'in Allah'ın elçisine şehadet'tir.
Bu tevhidin ilanı, büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü müslüman sadece farz namazlarda dokuz kez tekrar etmektedir bunu. Beş kez de kamet getirirken. İslâm bununla da yetinmemiştir. "Allah'tan başka bir tanrı olmadığına şehadet ederim" nidasının minarelerden bütün dünyaya yüksek bir sesle günde beş kez yapılmasını emretmiştir. İslâm'ın yüceliklerinden biri de, müslüman baba için yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezan okumayı, sol kulağına kamet getirmeyi, çocuğun duyacağı ilk ses ezan olsun diye sünnet kılmıştır. Kendine takdir edilen ömrü noktalayıp ölüm geldiğinde; veli, dost ve akrabalarına düşen görev kelime-i tevhidi, Lailahe illalah'ı telkinde bulunmaktır.
Böylece, müslüman hayata adımını kelime-i tevhid ile atarken, hayata noktayı da kelime-i tevhid ile koymaktadır. Beşik ile ölüm döşeği arasında kalan zamandaki görevi, tevhidi ikame etmekten, ona davet etmekten başka bir şey değildir.


Tevhid Allah'ın Kullar Üzerindeki Hakkıdır!


Allah'ın Rasulü (s.a.s.) tevhidin, Allah'ın kullar üzerindeki hakkı olduğunu, ondan ayrılmanın ve gaflete düşmenin caiz olmadığını beyan etmesi bu ifadeyi desteklemektedir. Buhari ve Müslim'in Muaz b. Cebel'den rivayet ettiğine göre: Eşeğin üzerinde, peygamberin terkisindeydim. Bana dedi ki, Muaz, Allah'ın kullar üzerindeki, kulların da Allah üzerindeki hakkını biliyor musun? Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedim. Allah'ın kullar üzerindeki hakkı ona ibadet etmeleri, hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise; şirk koşmayana Allah'ın azap etmemesidir, buyurdu. Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlara müjde vereyim mi, dedim. Hayır, buna güvenip dururlar, buyurdu.
Bu haktaki sır, Allah'ın insanı yoktan yaratması, sayısız nimetlerle donatması, güneşi, ayı, geceyi, gündüzü emrine amade kılması, akıl vermesi, konuşmayı öğretmesidir. Bu, yaratıcının, rızık verenin, nimetlendirenin, öğretenin, esirgeyenin, bağışlayanın hakkıdır ki; kendisine nankörlük edilmeyip şükredilsin, unutulmayıp zikredilsin, isyan edilmeyip itaat edilsin.
Bunun için, bu hakkın açıklanması, tekid edilmesi hukuk-u aşere (on hak) olarak bilinen ayetin ilk tavsiyesidir. Şöyle buyuruluyor: "Allah'a ibadet edin, ona bir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilikte bulunun." (Nisa, 36) En'am süresindeki on tavsiyeyi içeren ayette de aynı şey zikrediliyor: "De ki: 'Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilikte bulunun. " (Enam, 151)İsra süresindeki hikmet tavsiyeleri de bu kabildendir: "Allah ile beraber başka bir tanrı edinme, yoksa yerilmiş ve tek başına kalmış olursun. Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmanızı emretmiştir." (İsrâ, 22-23)


Tevhid Müslümanın Hayattaki Çağrısıdır


Müslüman, hayatına tevhidle başlayıp, tevhidle sona erdiriyorsa; beşik ile mezar arasındaki görevi, tevhidi hakim kılma, ona davette bulunma olur, Allah, insan ve cinlerden mükellef olarak yarattıklarının görevini açıklarken şöyle buyuruyor: "Cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Onlardan bir rızık istemem. Beni doyurmalarını da istemem. "( Zariyat, 56-57)
Ayet-i Kerime, Allah'ın (c.c.) onları, sadece ortağı olmayan Allah'a ibadet etmek için yarattığını açıklıyor. Bu, onların yaratılışlarındaki hikmet ve gayedir. Allah onları, kendisini tanımaksızın, kadrini bilmeksizin hayvanlar gibi yiyip içsinler diye değil, huşu ve tevazu içinde, ibadeti yalnızca O'nun için yapsınlar diye yaratmıştır.
Kim ki; varlığının amacını, hayattaki görevini ki, yalnızca Allah'a ibadettir- gerçekleştirmeksizin ömrünü geçirirse;akıl sahibi insanların düzeyinden hayvanların düzeyine -belki de onlardan daha aşağıya- düşmüş olur.


Tevhid İslâm Milletinin Diğer Milletlere Çağrısıdır


Tevhid, hayatta müslümanın mesajı olduğu gibi, müslüman ümmetin bütün milletlere de mesajıdır. Bunun için; Nebi (s.a.s.), kisraya, kaysere ve yeryüzünün diğer krallarına, şu ayetle davetini ulaştırmıştır: "Ey kendilerine kitap verilenler! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirinizi Rabb olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda ortak bir kelimeye gelin. Eğer, yüz çevirirlerse; bizim müslüman olduğumuza şahid olun, deyin."(Al-i İmran, 64) Sahabe (Allah hepsinden razı olsun) ve onların yolundan gidenler, bu mesajı ve ona karşı olan görevlerini biliyorlardı. Fars orduları komutanı Rüstem, Kadisiye savaşında, Rıb'î b. Amir'e, siz kimsiniz, amacınız nedir, diye sorduğunda şöyle cevap verir Amir: Biz, insanları kullara ibadetden sadece Allah'a ibadete, dünyanın darlığından genişliğine, dinlerin zulmünden İslâm'ın adaletine götürmek için Allah'ın gönderdiği bir milletiz."


Tevhid Ne İle Gerçekleşir?


Peygamberlerin getirdiği, İslâm'ın kökleşmesine,desteklenmesine ve korunmasına büyük önem verdiği tevhid, şu unsurlar oluşmaksızın gerçekleşemez, kökleşemez, dallanıp budaklanamaz:
a- İhlasla sadece Allah'a ibadet etmek.
b- Bütün tağutları inkar etmek, bunlara ibadet edenlerden, onları dost edinenlerden uzaklaşmak.
c- Şirkin bütün derece ve türlerinden sakınmak, ona giden yolları tıkamak.


İhlasla Allah'a İbadet


Bunun anlamı şudur: ta'zimi, sevgiyi, kesin tevazuyu ve uluhiyyeti O'na has kılmaktır. Bu üç şeyle gerçekleşir:
1 insanın Allah'tan başkasını, Allah'a tazimde bulunduğu gibi tazimde bulunacağı bir rab olarak
benimsememesi. Allah şöyle buyurur: "De ki: 'Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka bir Rabb mi arayayım?(Enam, 164)İnsanların, Allah'tan başka, ister taştan,isterse insandan olsun, ibadet ettikleri, ta'zimde bulundukları rablerinin hepsini terk etmeleri, yok etmeleri gerekir. Bundan dolayı; Allah Rasûlü'nün (s.a.s.)kral ve başkanlara daveti şuydu: "Sadece; Allah'a ibadet edelim, hiçbir şeyi O'na ortak koşmayalım, Allah'ı bırakıp birbirimizi rabler edinmeyelim." (Âl-i İmran, 64)
2 Allah'tan başkasını, Allah'ı sever gibi severek dost edinmemek.Allah şöyle buyurur: "De ki: 'Gökleri ve yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah'tan başka bir dost mu edinirim?"
(Enam, 14.)Bir başka ayette: "İnsanlar arasında, Allah'ı bırakıp, O'na koştukları eşleri tanrı olarak benimseyenler ve onları, Allah'ı severcesine sevenler vardır. Mü'minlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir." (Bakara, 165)Onlar hakkında şöyle der: "Böylece Allah onlara, hasretini çekecekleri amellerini gösterir. Onlar, cehennemden çıkmayacaklardır."(Bakara, 167)Bunun anlamı şudur: onlar, dostlarını, velilerini, Allah'tan başkası için caiz olmayan saygı, korku ve ta'zimle karışık bir sevgiyle sevmektedirler.
Şeyhu'l-İslâm Muhammed b. Abdul vehhab şöyle der: "Onlar, Allah'a ortak koştukları eşlerini, O'nu sever gibi seviyorlar" ayeti, onların Allah'ı büyük bir sevgi ile sevdiklerini, ancak bunun onları, İslâm'a sokmadığını göstermektedir. Allah'a ortak koşulanı, Allah'tan daha fazla sevenin durumu ne olur? Allah'ı bırakıp, sadece ortak koşulanı sevenin durumu nedir?. "Tevhidin gerektirdiği, insanın sevgisini Allah'a halis kılmasıdır. Velayet (dostluk) hakkı yalnızca Allah'a aittir: "Demek onlar, Allah'tan başka dostlar edindiler. Halbuki dost (veli) ancak Allah'tır. O, ölüleri diriltir. Her şeye kadirdir." (Şura, 9)
3- Hakem olarak Allah'tan başkasını kabul etmeme. Allah şöyle buyurur: "Allah size Kitab'ı açık açık indirmiş iken ondan başka bir hakem mi isteyeyim. (Enam, 114)Bu, kullarının işlerine hükmetme hakkının, onların dinî ve dünyevî işlerini düzenleme yetkisinin kendisinde olmasıdır. Bu da, ancak Allah'tır. O, yarattığım bilir, onlara acır, onlar için neyin yararlı, neyin de zararlı olduğunu bilir: "Yaratan bilmez mi? O, latiftir, haberdardır." (Mülk, 14)
Bundan dolayı, Kur'an, yasamanın sadece Allah'a ait olduğunu belirtir: "Hükmetmek ancak Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil, sadece kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."(Yusuf, 40)
Aynı şekilde Kur'an, Allah'ı ve Resûlünü bırakıp başkalarına muhakeme için gidenleri, imanın gerçeğinden uzaklaşmış, şeytana itaate başlamış olarak görür: "Ey Muhammedi Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Tağutların önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onları, tanımamakla emr olunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister. Onlara, Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin, dendiğinde, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. (Nisa, 60-61)



Tağutu Reddetmek



Tevhidin gerçekleşmesindeki ilk unsur, ibadetin ihlasla Allah'a yapılmasıydı. O'ndan başkasının layık olmadığı ta'zim, sevgi ve ibadetin, yani uluhiyyetin O'na has kılınmasıydı.ikinci unsur, tağutları inkar, onlara ibadet eden, onları dost edinen herkesten uzaklaşmaktır. Bu o kadar önemlidir ki; Kur'an bazen tağutları inkarı, Allah'a imandan önce zikretmiştir. Bu hususta, Allah'a (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "Tağutları inkar edip Allah'a iman eden kimse kopmak bilmeyen sağlam bir ipe tutunmuştur."(Bakara, 256)
Rasulullah Efendimiz şöyle buyurmaktadır: "Lailahe illallah deyip Allah'tan başkasına ibadet edilenleri inkar edenin malı ve kanı haramdır. Onun hesabı Allah'adır." (Müslim)
Kanın ve malın korunmuş olması için kelime-i tevhidi söylemek yeterli değildir. Allah'tan başka ibadet edilenlerin inkar edilmesi buna ilave edilmelidir.
Bu, eşyanın zıddıyla bilinmesindedir. Hakk'a iman ancak küfür ve batıl ehlinden uzaklaşmakla açığa çıkar, belli olur. Bundan dolayı, muvahhidlerin imamı İbrahim (a.s.), kavminin tanrılarından, putlarından beraatini, onlara olan düşmanlığını ilan etmiştir. Allah, şöyle buyurur: "İbrahim, babasına ve milletine, beni yaratan hariç, sizin ibadet ettiklerinizden uzağım. Beni doğru yola eriştirecek olan şüphesiz O'dur, dedi.(Zuhruf, 26-27)Başka bir ayette: "İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için tabi olunacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız, sizin dininizi inkar ediyoruz, bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a iman etmenize kadar ebedi düşmanlık ve öfke baş göstermiştir." (Mumtahine, 4) Böylece öğreniyoruz ki gerçek tevhid, Allah'a iman ve O'na ibadete, tağutu inkar ve dostlarından uzaklaşma eklenmeyince tamam olmaz. Bundan dolayı,bütün peygamberlerin kavimlerine daveti,daha önce de belirttiğimiz gibi,"Allah'a ibadet,tağuttan kaçınmaktır.(Nahl, 36)


Tağut:

Tağut, tuğyan kelimesinden türemiştir. Haddi aşmak anlamınadır. Anlamının sınırları konusunda selefin görüşleri farklıdır. Hz. Ömer (r.a..) "Tağut şeytandır" demiştir. Cabir (r.a.), şeytan kılığındaki kahinlerdir, demiştir. Malik'e göre ise, tağut; Allah'tan başka ibadet edilen her şeydir.
Bu görüşler, bazı tağut tipleri hakkında belirtilmiştir. Ancak, bütün çeşitlerine hasredilemez. İbn-i Kayyımın (r.h.) tağut hakkında söylediği en güzel sözdür: "Tağut, kulun haddini aşarak, ibadet ettiği, tabi olduğu, itaat ettiği her şeydir. Her kavmin tağutu, Allah ve Rasûlü'nü bırakarak, muhakeme olmak istedikleri, Allah'tan başkasına ibadet ettikleri, Allah'tan bir delil olmaksızın izinden gittikleri, Allah'a itaat etmeleri gereken yerde, itaat ettikleri şeydir. Bunlar dünyanın tağutlarıdır. Onları ve onlarla birlikte insanların durumunu düşündüğün zaman, çoğunun Allah'a ibadetten uzak ve tağutlara ibadet etmekte olduklarını, Peygambere (s.a.s.) itaattan uzak, tağut ve izleyicilerine itaat ettiklerim görürsün."


Blog Listem

  • FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE - 2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM. İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE SATTI.>>https://yo...
    5 ay önce
  • ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı - ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı: أَلنِّسَاءِيَّاتْ KADININ NAMAZI EVİNDE OLMALIDIR -2 صلاة المرأة في بيتها -25 الحديث الخامس والعشرون : عَنْ أُمِّ حُمَيهدٍ ا...
    9 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal ha...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - * İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR * .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal h...
    10 yıl önce
  • REÇETE-şiir - Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıd...
    10 yıl önce
  • SAAT KODLARI - http://sitene-kod-ekle.tr.gg/saat-kodlar&%23305;-flashl&%23305;--k1-.oe.rnekli-k2-.htm
    13 yıl önce
  • Manyaklara Güzel Cevap - ÖRTÜNMEK İSLAMIN EMRİDİR. CHP'den,İSLAM DİNİNE HÜCUM CHP Deşifre Olmuştur Bunlar,Türbanlıyı mahkemeye veriyor,Çarşaflıya rozet takıyor.Halkı aldatıyorlar.
    13 yıl önce
  • HIRİSTİYANLAR PİSLİKTİR SEVİLMEZ - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    13 yıl önce
  • Hıristiyanlar Sevilmez - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    13 yıl önce
  • Hak Din İslamdır - *HAK DİN.TEK DİN.İSLAMDIR.* (ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet) إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebile...
    14 yıl önce
  • HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) - 15: HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) *BÖLÜM: 1* *Ø** KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?* *1423-* Ali (r.a.)’den rivâyete göre,...
    14 yıl önce
  • SAPIKLIĞA DÜŞEN KAVİMLERİN GÖRÜŞLERİ - Şimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur’an-ı Kerim’in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve b...
    15 yıl önce
  • Demokratik çalışma ve amel ilişkisi - *Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi :* İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartl...
    15 yıl önce
  • İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT - بســـم الله الرحمن الرحيم "(İyi bilinmelidir ki) Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gi...
    15 yıl önce
  • Çay Sohbeti - *İBN-İ TEYMİYYE** ve İBN-İ TEYMİYYE-7.Cilt ve İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT* *İslâm Güneşi,Mekke'den Doğar.Dünyayı Aydınlatır.* *İslâm Bahçesinde,Dinî Yazı,Resim ve...
    15 yıl önce
  • Lanetlikler - الحديث الرابعوالثمانون عن أبي هريرة رضي اللّه عنه قال لَعَنَ رسولُ اللَّهِ صلى اللَّه عليه وسلّم مُخَنَّثِي الرِّجالِ الذينَ يتَبَّهونَ بالنِّساءِوالمُتَ...
    15 yıl önce

Tıkla