13 Eylül 2007 Perşembe

NEBİLERİN VE RASULLERİN KISSALARI

Peygamberlerin ve Rasüllerin kıssaları, Kur’an’da büyük bir yer kaplamakta olup, elliden fazla sûrede yer almaktadır. Özellikle Allah Nebisi Musa (as) ile ilgili kıssalar birçok sûrede birbirinden farklı ifadelerle yer almaktadır. Biz biliyoruz ki Allah Teâla, Kur’an’da yer alan her bir harfi ve her bir kelimeyi bir hikmete, maksada mebni olarak zikretmiştir. Öyleyse şanlı Kur’an’da, Nebilerin ve Rasüllerin kıssalarının bu kadar büyük ölçüde zikredilmiş olmasının hikmeti nedir?

Allah Subhanehu ve Teâla Kur’an’ı hak olarak indirmiştir. Bakara sûresinde şöyle buyrulmaktadır:

"Bu da, Allah’ın Kitab’ı hak olarak indirmesinden ileri geliyor…" *

"Elif, Lam, Mim. Allah, O’ndan başka ilah olmayan, diri ve her an yarattıklarını gözetip durandır. Kitabı sana hak olarak indirmiştir…" *

Öyleyse Nebilerin ve Rasüllerin kıssaları da haktandır. Bu hususa ayette şöylece dikkat çekilmektedir:

"Şüphesiz bu anlatılanlar haktır (gerçek olaylardır). Allah’tan başka ilah yoktur. Doğrusu Allah güçlüdür, hakimdir." *

"Hüküm, ancak Allah’ındır. O, hükmedenlerin en hayırlısı olarak hakkı anlatır." *

İşte bu kıssalar "hak"tır ve biz de hak olarak geleni istiyoruz. Tüm insanlara hak olanı taşımakla emredilmişiz. Bizlerden, akîdeyi, ibadetleri, muamelat ve sözleşmelerle ilgili hükümleri ve diğer şer’i hükümleri öğrenmek, öğretmek ve bunlarla amel etmek istenmektedir. Aralarında peygamber kıssalarının da yer aldığı Kur’an âyetlerinin tamamını öğrenmemiz, öğretmemiz ve amel etmemiz istendiği de şüphesizdir. Aksi takdirde Kur’an’da yoğun olarak yer alan bu kıssalardan neyin kastedildiği anlamsızlaşır ve bize hak olarak indirilmezdi. Oysa Allah Subhanehu, boş işlerle uğraşmaktan kesinlikle münezzehtir.

Allah Subhanehu, müslümanlar olarak bizlerden, insanlara şahitler olmamızı istemekte ve bizleri, "seçkin bir ümmet" olarak nitelendirmektedir. Bakara sûresinde şöyle buyurmaktadır:

"İşte böylece biz sizi, insanlara şahid olmanız için, seçkin bir ümmet kıldık. Rasül de size şahittir…" *

"Daha önce ve Kur’an’da peygamberlerin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size ‘müslüman’ adını veren O’dur…" *

Şahitler kelimesinin anlamını taşımak veya insanlara şahitler olabilmemiz için, daveti onlara taşımamız ve İslâm şeriatını tebliğ etmemiz gereklidir. İnsanlara daveti taşıyan kimse, taşıdığı kimseler üzerinde şahit olduğu için "şahit" olarak isimlendirilmeyi hak etmiş sayılır. Daveti taşımayan kimse ise, bu sıfatı almaya hak kazanamaz. İslâm’da daveti taşımak büyük ve eşsiz bir iştir; herhangi bir müslüman da bu vazifeden geri kalamaz. Aksi taktirde, hayırdan birçok şeyi kaybeder ve kendisini diğer ümmetlere karşı şahit olmaktan mahrum etmiş sayılır. Zira diğer ümmetlerle İslâm ümmetinin düşüncelerinin, değerlerinin, davranışlarının ve yaşayış tarzlarının aralarında çok büyük farklılıklar vardır. Dolayısıyla daveti taşıyan kimsenin, işini en güzel bir şekilde yapabilmesi, daveti taşıma esnasında karşılaşabileceği her durumda en uygun bir tavrı alabilmesi için kendisine yardımcı olabilecek şeylerle silahlanması gereklidir. Fikren ileri seviyede olan insanlara, davet taşınırken sahip olunması gereken niteliklerle, fikren orta seviyede veya geri kalmış insanlara davet taşınırken sahip olunması gereken nitelikler arasında farklılıklar vardır. Askeri açıdan güçlü bir millete karşı yapılan cihad ile, donanım ve taktik yönüyle askeri açıdan zayıf olan bir millete karşı yapılan cihad daha farklı olacaktır. Dolayısıyla birbirinden farklı nitelikteki insanlara davet taşınırken, daveti taşımada yeterliliğin bulunması için; davet taşıyıcının, çeşitli niteliklerle donanması gereklidir. Bu nedenle de şanlı kitabımız Kur’an’da yer alan peygamber kıssalarının da bu açıdan değerlendirilmesi gereklidir.

Bir başka ifade ile Nebilerin ve peygamberlerin kıssaları, birbirinden farklı milletlere davetin taşınmasında kullanılan araçlar arasındaki nüansları anlamada birer örnek teşkil etmektedir. Nuh (as)’ın kavmine hitabı; Salih (as)’in, İbrahim (as)’in, Şuayb (as)’ın veya İsa (as)’nın kavmine hitabından farklıydı. Çünkü bu kavimlerin ve milletlerin tamamı, az veya çok birbirlerinden farklı niteliklere sahiptiler. Ancak diğer din mensupları, yalnızca kendi kavimlerine indirilenlere tabi olmakla yükümlü iken, müslümanlar, onlardan farklı olarak kendileri dışındaki tüm kavimlere ve milletlere de kendilerine gönderilen daveti taşımakla yükümlü tek ümmettirler. Öyleyse tüm kavimlere ve milletlere daveti taşımakla sorumlu olan müslümanların, daveti taşıma keyfiyeti hakkında birçok örneğe vakıf olmaları gerekir. Belki de bize olan sevgisinin bir göstergesi olsa gerek ki alemlerin Rabbi, daveti taşıma keyfiyeti hakkında, kendisi ile silahlanabileceğimiz ve istifade edebileceğimiz birçok örneği bizlere göstermektedir. İşte daveti taşıma işine kalkışan kimse bu esnada karşılaşabileceği muhtelif güçlüklere, anlayış, kültür ve medeniyet açısından farklı insanlara karşı nasıl bir tavır takınması gerektiğini kavrayabilmek için bu kıssaları bilmek zorundadır.

Söylediğimiz şeylerin delili, Yusuf sûresindeki şu ayettir:

"And olsun ki peygamberlerin kıssalarında aklı olanlar için ibretler vardır. O, uydurulan bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tasdik eden, inanan kavme her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmettir." *

Bu ayette Allah (cc) bu kıssaların şu noktaları beyan ettiğini bildirmektedir:

1- İslâm’ı tasdik ettiğini,

2- Her şeyi açıkladığını,

3- Biz müslümanlar için bir rahmet olduğunu.

Madem ki bu kıssalarda bizlere öğütler, ibret alınacak sahneler var ve bizim için rahmet var, öyleyse bu kıssaları öğrenmeliyiz. Nitekim Enam sûresinde Allah (cc), Rasülüne şöyle hitap etmektedir:

"İşte bunlar, Allah’ın doğru yola eriştirdikleridir; onların yoluna uy, sizden buna karşılık bir ücret istemem, bu sadece herkes için bir hatırlatmadır." *

Bu ayet açık ve net bir şekilde Nebi (sav)’nin, bu Nebilerin ve Rasüllerin yoluna uymakla emredildiğini göstermektedir. Rasüle uymakla emredilen ve Rasüle has bir emir olmadıkça -ki burada böyle bir emir yoktur- peygambere gelen bir emrin, aynı zamanda ümmetine de gelmiş sayılacağına göre, bizler de bu emirle muhatabız, dolayısıyla bu Nebilerin ve Rasüllerin yollarına uymakla yükümlüyüz.

Burada, hemen insanın aklına şöyle bir soru gelmektedir: Yukarıdaki ifadeyi kullanmakla, sanki biz; "Bizden öncekilerin şeriatı bizim için de mi şeriattır?" diyoruz. Dolayısıyla Nebilerin ve Rasüllerin yoluna uymakla onların şeriatlarına ve dinlerine uymak mı gerekir? diyoruz. Bu istifhama şöyle cevap verelim:

Nebilerin ve Rasüllerin yoluna uymak dinin usulu ile ilgili hususlarla, tevhid ve itaatla alakalıdır; tafsili hükümlerle alakalı bir husus değildir. Şûra sûresindeki Allah (cc)’ın şu sözünden maksat da budur:

"Allah Nuh’a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. (Ey Muhammed!) Sana vahyettik. İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da buyurduk ki: Dine bağlı kalın onda ayrılığa düşmeyin…" *

Âl-i İmran sûresindeki şu ayette de durum aynıdır:

"(Ey Muhammed!) De ki: Allah doğru söyledi. Doğruya meyleden İbrahim’in milletine/dinine uyun; o puta tapanlardan değildi." *

"Sonra sana doğruya yönelen, puta tapmayan İbrahim’in milletine uy, diye vahyettik." *

"Nuh’a, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emredilenler bizim için de geçerlidir" sözü, biz İbrahim’in milletine uymakla emrolunduk anlamına gelmektedir. Bu söz; Nuh’un, İbrahim’in, Musa’nın ve İsa’nın getirdiği dinin hükümlerine, detaylarına uymakla emrolunduk, anlamına gelmemektedir. Bu sözden kasıt, bu Nebilere usulu dinde, tevhidde ve icmali olarak itaatta uymaktır ki bu da, Allah katında tek şeydir. Nitekim Allah Rasülü (sav), şu hadisiyle buna işaret etmektedir: Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği, Müslim’de ve Ahmed İbni Hanbel’in Müsnedinde de yer alan bir hadiste Allah Rasülü (sav), şöyle buyurmaktadır: "…Peygamberler, anneleri ayrı babaları bir kardeştirler, dinleri de tektir."

Öyleyse davet taşıyıcılarının bu kıssaları incelemeleri, bunlardan ibret almaları, davet taşıma esnasında faydalanabilmeleri için bunları bilmeleri, buna ilave olarak da daveti taşımada esas olan Nebi (sav)’nin siyretine bakmaları gereklidir. Bunları yapmayan kimse, kendisi açısından birçok faydayı kaybetmiş, sadece bu âyetleri okuma sevabını almanın dışında bundan bir pay alamamış demektir.

Bu kıssalarda yer alan dersleri ve ibret sahnelerini özetleyebilmek, birçok kitaba ve kağıda sahip olmayı gerektirir. Dolayısıyla bunların tamamını burada zikretmek imkansız olduğundan, sadece bu kıssalardaki temel düşünceye ve ana hatlara dikkat etmekle yetinmek gerekmektedir. Daveti taşıyıcının ise bu kıssaları, kendisi için dersler çıkartmak ve ibret almak için incelemesi ve araştırması gerekir.

Daveti taşıyıcının, öğrendiği takdirde ibret alacağı, araştırma ve incelemede bir metod olarak kullanabileceği derslerden ve ibretlerden bazıları şunlardır:

1- Davet taşıyan kimsenin en fazla muhtaç olduğu husus sebattır. Çünkü daveti taşıyıcı, birçok zorluklarla ve engellerle karşılaşır, işkenceye ve baskıya uğrayabilir, saptırma çabalarına muhatap olabilir. İşte bu esnada: "Peygamberlerin kıssalarından sana anlattığımız her şey senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar. Sana bu belgelerle gerçek, inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir." * ayetini okuduğu zaman, peygamberlerle ilgili haberlerin, sebatlılığa elverişli bir madde olduğunu anlar. Kendisi için lazım olan sebatlılığı elde edebilmek için okumasını, incelemesini ve araştırmasını sürdürür.

2- Davet taşıyıcısının muhtaç olduğu en önemli hususlardan birisi de insanların kendisini yalanlaması, ona zulmetmelerine karşı Allah’tan zafer gelinceye kadar sabretmesidir. Zira sabır olmadan zafer kesinlikle olmaz ve Allah ona zaferi göstermez. İşte daveti taşıyıcı; "Senden önce de nice elçiler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmaya ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah’ın sözlerini değiştirecek yoktur. And olsun ki peygamberlerin haberi sana geldi." * ayetini okuduğu zaman, Allah’ın zafer vadinin ve kurtuluşun gerçekleşebilmesi için sabırla beklemesi gerektiğini, peygamber kıssalarında ve Rasüllerle ilgili haberlerde bu hususun vurgulandığını anlar.

3- Daveti taşıyan, yaptığı işi yalnızca Allah için yapması; mal, makam, şan-şöhret, dünyevi bir maksat karşılığında yapmaması gereklidir. Yaptığı işi tıpkı peygamberlerin yaptığı gibi yapmalı, onların takip ettikleri yolu takip etmelidir. Allah Nebisi Nûh (as) Hûd sûresinden kavmine şöyle seslenmektedir:

"Ey kavmim! Buna karşılık ben, sizden bir mal da istemiyorum, benim ücretim Allah’a aittir." *

Aynı sûrede Allah Nebisi Hûd (as) da, kavmi Âd’e şöyle seslenmektedir: "Ey kavmim! Buna karşılık ben, sizden bir mal da istemiyorum, benim ücretim ancak beni yaratana aittir. Hâlâ akletmiyor musunuz?" *

Şuara sûresinde ise Allah Nebisi Salih (as) kavmine şöyle seslenmektedir:

"(Ey kavmim!) Buna karşılık ben, sizden bir mal da istemiyorum, benim ücretim ancak alemlerin Rabbi’ne aittir." *

Aynı sûrede Allah Nebisi Lût (as) da, kavmine şöyle seslenmektedir:

"(Ey kavmim!) Buna karşılık ben, sizden bir mal da istemiyorum, benim ücretim ancak alemlerin Rabbi’ne aittir." *

Yine aynı sûrede Allah Nebisi Şuayb (as), kavmi Medîn’e (Eyke Ashabına) şöyle seslenmektedir:

"(Ey kavmim!) Buna karşılık ben, sizden bir mal da istemiyorum, benim ücretim ancak alemlerin Rabbi’ne aittir." *

Öyleyse davet taşıyıcıları Allah için hareket ederek, Allah’ın rızasını kazanmayı arzulayarak davet taşıma işine girişmelidirler; mal, makam-mevki, şan-şöhret gibi herhangi bir dünya menfaatini arzulamaktan uzak durarak çalışmalarını yalnızca Allah’a has kılmalı, ecrini, mükafatını yalnızca Allah’tan beklemelidirler.

4- Davet taşıyıcısının yapması gereken en önemli işlerden birisi de hakka sımsıkı bağlanmak; arzularına, şehvetlerine, heva ve heveslerine mahkum olmaktan sakınmaktır. Çünkü bu durum, apaçık sapmadır ve daveti taşıyıcı, sapkınlığı istememelidir. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:

"Ey Davud! Seni şüphesiz yeryüzünde hükümran kıldık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, hevese uyma yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, onlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır." *

"İşte onlar, Adem’in ve Nûh’la beraber taşıdıklarımızın soyundan; İbrahim ve İsrail’in soyundan ve seçip doğru yola eriştirdiğimiz, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerdendir. Rahman’ın âyetleri onlara okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı. Onların ardından namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir. Ancak tevbe edip, inanıp salih işler yapanlar bunun dışındadır. Bunlar hiçbir haksızlığa uğratılmadan cennete gireceklerdir." *

İşte daveti taşıyan; arzularına, şehvetlerine tabi olanlardan olmamak için, sakınmalıdır. Şayet bir gün ayağı kayar, hevasına ve şehvetlerine mahkum olursa, durumunu değiştirip hak sözü ve hak ameli terk ederse; hiç vakit kaybetmeden, gecikmeksizin hemen tevbe yoluna gitmeli, ta ki Allah tevbesini kabul etsin.

5- Daveti taşıyan, Allah’ın vaadinin bir gün mutlaka gerçekleşeceğine, yeryüzünde kendisinin hakim kılınacağına; inat edenlere, kibirlenenlere, zalimlere ve laiklere karşı galip getirileceğine gerçekten iman etmelidir. Zaferle ilgili hiçbir emarenin varlığını hissetmese bile bu iman, daveti taşıyanda köklü ve şüpheden tamamen uzak olmalıdır. Zira Allah’ın emirlerine uyması durumunda bu zaferi Allah’ın, bir gün mutlaka gerçekleştireceğini bilmelidir. Allah (cc) Şuara sûresinden Musa ve Harun’a şöyle seslenmektedir:

"İkiniz Firavun’a varınız: Biz şüphesiz alemlerin Rabbi’nin elçisiyiz, İsrail oğullarını bizimle birlikte gönder, deyiniz." *

Allah Nebisi Musa (as), bu emri kesinlikle gerçekleşecek bir iş olarak kabul etti ve bu emir aynı sûrede başka âyetlerde de tekrarlanmaktadır.

"Biz Mûsa’ya, kullarımızı geceleyin yola çıkar; şüphesiz takip edileceksiniz, diye vahyettik." *

İsrail oğullarının Mısır’dan çıkmalarında ve Firavun’dan kurtulmalarında herhangi bir şüphe söz konusu değildi. Bu nedenledir ki Mûsa’nın ashabı, deniz kenarına varıp kendilerini takip eden Firavun’un ordusunu görünce, ilahi vaad hakkında şüpheye düştüklerinde;

"İki topluluk birbirini gördüklerinde Mûsa’nın adamları, işte yakalandık, dediler." * Allah Nebisi Mûsa, kesinlikle şüpheye düşmedi. İçerisinde bulundukları zor durum, Allah’ın vaadinin gerçekleşeceğine olan imanını etkilemedi. Allah’ın kendilerini Firavun’dan kurtaracağına ve vaadini gerçekleştireceğine olan kesin imanıyla onlara şöyle dedi:

"Hayır! Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir." *

Bu kıssadan alınması gereken ders şudur: Yukarıda da değindiğimiz gibi; Nebilerin yoluna uymaları gereken davet taşıyıcılarının, Allah’ın vaadine kesin gerçekleşecek bir vakıa olarak bakmaları gerekmektedir. Çünkü Allah (cc), verdiği söze aykırı davranmaz. Allah (cc), Nebisi Mûsa’ya, İsrail oğullarını Firavun’un hükmünden ve tasallutundan kurtarmasını emretmiş, Mûsa da O’nun emrinin gerçekleşeceğinden en ufak bir şüpheye dahi düşmeksizin O’na, kesin olarak inanmıştır. Zira İsrail oğulları deniz kenarına vardıklarında, denizi geçebilecekleri bir gemi bulamadılar ve kendilerini öldürmek üzere arkalarından koşuşturmakta olan Firavun’un ordusunu karşılarında buldular. Mûsa, o anda kurtuluş çareleri üzerinde durmadan veya kurtuluşla ilgili herhangi bir vesileyi de aramadan, kurtulacaklarına olan imanında şüpheye düşmedi. Kavmine şöyle dedi:

"Hayır! Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir." *

Ayette yer alan kelimesi, Firavun ordusunun kendilerine kesinlikle ulaşamayacağı anlamını ifade etmektedir. Zira Firavun’un, onları yakalaması, kurtuluşun gerçekleşmemesi demektir. Kendisi, kurtuluş keyfiyetini bilmemesine rağmen imanının zirvesinde şu sözü söylemiştir:

"…Bana elbette yol gösterecektir." *

Bu nedenledir ki: "Allah, sizden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri yeryüzünde hükümran kıldığı gibi; onları da hükümran kılacağına, onlar için razı olduğu dini iyice yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar bana kulluk ederler, bana ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim küfrederse işte onlar, fasıkların ta kendileridir." * ayetini okuyan davet taşıyıcısı, peş peşe gelişen olayların ve durumların istediği neticeyi göstermemesine rağmen Allah’ın vaadini gerçekleştireceğine olan imanından dolayı, Musa (as)’ı kendisine örnek alarak sahip olduğu kuvvete, mevcut olan kötü şartlara, peş peşe gelişen entrikalara aldırış etmeden Allah’ın vadine kesinlikle güvenir. Aziz ve güçlü olan Allah’ın, Hilafeti kurmasına imkan tanıyacağına ve bu Hilafetin şüphesiz kurulacağına inanır.

Yine Maide suresindeki: "Kim Allah’ı, peygamberini ve müminleri dost edinirse bilsin ki şüphesiz Allah’tan yana olanlar üstün gelirler." * ayetini okuyan kimse, Allah’ın emrini yerine getirenlerin, yasakladıklarından sakınanların, davetini hak olarak sadakatle ve ihlasla taşıyanların bir gün mutlaka üstün geleceğinden şüphe etmez.

"Müşrikler istemese de dinini bütün dinlerden üstün kılması için Rasülünü hidayetle gönderen O’dur." *

Bu ayeti okuyan davet taşıyıcısı, İslâm dininin bütün dinlere üstün olacağı bir günün mutlaka geleceğine inanır.

İşte böylece daveti taşıyan, alemlerin Rabbi olan Allah’ın söz vermiş olduğu hususların mutlaka gerçekleşeceğine inanır; bunlarla ilgili birtakım öncülleri somut olarak görmese bile, Allah tarafından verilen sözün yerine geleceğinden kesinlikle şüphe etmez.

6- "Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken Nûh, bir kenarda ayrı kalmış olan oğluna; Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlikte olma, diye seslendi. Oğlu: Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır deyince, Nûh; Bugün Allah’ın emrinden (azabından) O’nun merhamet ettikleri dışında kurtulacak yoktur, dedi. Aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlara karıştı." *

Bu âyetleri okuyan davet taşıyıcısı, tufan kıssasını düşünmeye başlar. Yaratılmışların kurtuluşunun, ancak Allah’ın emrine boyun eğmekle ve hükümlerini uygulamakla mümkün olacağını, Allah’tan gelecek cezalara karşı sınırlı olan aklî tedbirlerle yetinmekle helak olmanın önüne geçilemeyeceğini anlar. Nûh’un oğlu şayet ilahi hidayete yönelmiş ve Rabbi’nin emrini yerine getirmiş olsaydı, kurtulanlardan olacaktı. Ancak o, Rabbi’nin emrini yerine getirmekten kaçınarak, kendi gücüne, aklınca tedbirlere sığındığında helak olması da kaçınılmaz oldu.

Yine bu tufan kıssasından, şu şekilde de ders alınabilir: Şayet müslümanlar, kafir devletlerin tuzaklarından kurtulmak ve onlara karşı zafer kazanmak istiyorlarsa; mücadelenin tüm aşamalarında gerekli olan ruhi ve maddi donanımları, ilahi hidayetin kaynağından ari bir şekilde, yalnızca akli çözümlere meylederek yapmamaları gerektiği gibi bir sonucu da çıkartmaları mümkündür. Nitekim tarih boyunca müslümanların elde ettikleri zaferler, ilahi hidayete tabi olmaları sonucunda gerçekleşmiş; son iki yüz yıllık süre içerisindeki hezimetleri ise ilahi hidayeti terk ederek akıllarının onlara telkin ettiği hazırlıkları yapmaktan ve kanunlar çıkarmaktan kaynaklanmıştır.

7- Daveti taşıyan; daveti, sonuçlarına ve tehlikelerine aldırış etmeksizin; kuvvetle, dayanıklılıkla ve meydan okuyarak taşımalıdır. Yalnızca daveti ve davetin çıkarını tek hedef ve gaye haline getirmelidir. İnsanlardan korkmanın ve selamette olmayı hedeflemenin, başarının dinamiklerini ortadan kaldırdığını, Rabbi’nin rızasını ve zaferi yok ettiğini bilmelidir. Bu nedenle aşağıdaki âyetlere bir bakalım:

"Ey Yahya! Kuvvetle Kitab’a sarıl diye daha çocukken ona hikmet verdik" *

"Ey Hûd! Sen biz bir belge getirmeden senin sözünden ötürü tanrılarımızı terk etmeyiz ve sana inanmayız. Bir kısım tanrılarımız seni çarpmıştır demekten başka bir şey demeyiz, dediler. Hûd: Doğrusu ben, Allah’ı şahid tutuyorum. Siz de şahid olun ki ben, (O’nu bırakıp) ortak koştuklarınızdan uzağım. Hepiniz bana tuzak kurun sonra da ertelemeyin." *

Birinci ayette Allah (cc), Yahya (as)’a Kitab’a sımsıkı sarılmasını emretmekte; ikinci ayette ise Hûd (as), tek başına, yalnız olduğu halde; "Hepiniz bana tuzak kurun, sonra da ertelemeyin" şeklinde kavmine hitap etmektedir. Yani kavmine, hepinizin üzerinde ittifak ettiğiniz tuzakları, entrikaları uygulayınız ve bunda da gecikmeyiniz, diyor. Hangi güç bu sözden ve bu sözün dayandığı kuvvetten daha güçlü olabilir; hangi sertlik, dayanıklılık ve meydan okuma bunun kadar dehşetli olabilir?!

Bu örnekler, Nebilerin ve Rasüllerin kıssalarından çıkartılabilecek derslerden ve ibretlerden bir kısmını oluşturmaktadır ve bunların tamamı, istinbat için elverişlidir. Çünkü daha önce de söylediğimiz gibi, bunların tamamı daveti taşıma keyfiyeti hakkındaki örneklerdir. Davet taşıyıcısı için bu kıssalardan çıkartılabilecek daha birçok dersler, ibretler ve faydalar vardır.

Müslüman, kevni âyetler hakkında düşünmekle emrolunduğu gibi, Nebilerin ve Rasüllerin kıssaları hakkında düşünmekle de yükümlüdür. Çünkü bu kıssalarda da kevni âyetler vardır ki, bunlar da mucizelerdendir. Zira Nebiler ve Rasüller, kavimlerinin hidayete ermeleri için içerisinde bir takım mucizeler bulunan kevni âyetlerle gelmişlerdir. Nûh tufanından kurtuluş, kevni bir ayettir. Salih (as)’ın devesi, Lût (as)'ın kavminin yerin dibine batırılması, İbrahim (as)’ın ateşten kurtarılması, Mûsa (as)’nın denizi yarması gibi peygamberlerin getirdikleri mucizelerin tamamı, kevni âyetlerdendir. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:

"Ey cin ve insan topluluğu! Size âyetlerimizi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?…" *

"Ey insanoğlu! Size, aranızdan âyetlerimizi okuyan peygamberler geldiğinde, kimler onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınır ve gidişini düzeltirse, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir." *

Nebilerin ve Rasüllerin mucize olarak beraberlerinde getirdiklerinin tamamı kevni âyetlerdir. Muhammed (sav) dışındakilerden hiçbirisi, mucize olarak indirilmiş âyetlerle gelmemiştir. Her ne kadar Davud (as)’a verilen Zebur, İbrahim (as)’a ve Mûsa (as)’a verilen sahifeler ve İncil, indirilmiş idiyseler de mucize nitelikli âyetler değildiler. Yani peygamberliklerinin tasdik edilmesi için, kavimlerine karşı delil olarak kullanabilecekleri türden âyetler değildi. Yalnızca içinden inançlarla ve hükümlerle ilgili hususların alınabileceği şeriatları ifade ediyorlardı. Fakat Kur’an âyetleri ise, iki husus için birden indirilmiştir:

a- Hem yaratıcının varlığına hem de Muhammed (sav)’in peygamberliğine işaret edecek mucizeler olması için.

b- İçinden inançlar ve hükümlerle ilgili hususları almak üzere okumak ve incelemek için.

Öyleyse Muhammed (sav) dışında kalan Nebilerin ve Rasüllerin tamamına verilen mucize nitelikli âyetlerin tamamı, kevni âyetlerdir. Fakat Muhammed (sav)’e indirilen âyetler mucize özelliğine sahiptir.

Bundaki hikmet şudur: Her Nebi ve Rasül, belirli bir süreyle yalnızca kendi kavimlerine gönderilmişlerdir. Nebinin ve Rasülün gitmesiyle birlikte risaletleri de sona eriyordu. Nübüvvet süresi bittiğinde, hemen akabinde, eski Nebinin veya Rasülün mucizelerine gerek kalmaksızın, yeni bir Nebi geliyordu. Nübüvvetinin sona ermesiyle birlikte, getirdiği şeriat da sona erdiği için, şeriatına ait mucizenin olduğu gibi kalmasına da gerek kalmıyordu. İşte bütün peygamberlerin mucizeleri böyleydi; nübüvvetleri ile başlıyor sona ermesiyle de bitiyordu. Bu kural, Muhammed (sav)’e kadar tüm peygamberler için geçerli olmuştur. Muhammed (sav)’in nübüvveti ise kıyamete kadar devam edecektir. Bu nedenle de mucizeleri -âyetler-, nübüvvetinin sonuna kadar olduğu gibi kalacak şekilde gelmiştir. Nübüvvetlerinin sona ermesi ile birlikte, mucizeleri ve şeriatları da sona eren geçmiş Rasüllerin ve Nebilerin getirdikleri mucizelerin hilafına, Kur’an âyetleri, kıyamete kadar mucizeliğini devam ettirecektir. Eğer böyle olmasaydı, Kur’an’da bulunanların tefekkür edilmesi, kevni âyetler olan, mucizeleri anlatan, Nebilerin ve Rasüllerin kıssalarına bakılması emrinin bir anlamı olmazdı. Fakat yaratılış kanunları ve kuralları, bunlar hakkında tefekkür, tıpkı diğer kevni âyetler hakkındaki düşünme gibidir ve bu tefekkür insanı imana ve yakîne götürür. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:

"Peygamberleri onlara; O’nun hükümranlığının alameti size sandığın gelmesidir, onda Rabbiniz’den gelen gönül rahatlığı ve Mûsa ailesinin ve Hârun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır, dedi." *

"İsrailoğullarına şöyle diyen bir peygamber kılacak: Ben size, Rabbinizden bir ayet getirdim. Ben size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona üfleyeceğim. Allah’ın izniyle, hemen kuş olacaktır; anadan doğma körleri, alacalıları iyi edeceğim; Allah’ın izniyle, ölüleri dirilteceğim; yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim. İnanmışsanız bunda size ayet (delil) vardır." *

Ancak burada, genel nitelikli kevni âyetlerle -bu kâinattaki yaratılanlarla- Nebilere ve Rasüllere has olan kevni âyetler arasında fark vardır. Genel nitelikli kevni âyetler yalnızca kudretli yaratıcının varlığına delalet eden işaretlerdir, bundan daha fazlasına işaret etmezler. Nebilere verilen özel nitelikli kevni âyetler (mucizeler) ise, iki şeyi ifade ederler:

Bir; Kudretli yaratıcının varlığını gösterir.

İki; Kevni âyetlerle gelen şahsın veya elinde bu türden bir mucize bulunan kişinin, bu kudretli yaratıcının Rasülü veya Nebisi olduğunu gösterir.

Bir başka anlamıyla genel nitelikli kevni âyetler, Allah (cc)’a imana elverişli iken; özel nitelikli kevni âyetler (mucizeler), kudretli yaratıcının varlığına işaret etmenin yanında bu kevni âyetleri getiren Nebinin diyanetine ve şeriatına iman etmenin zorunluluğuna da işaret eder. Özel nitelikli kevni âyetleri incelediğimiz zaman, iki sınıf olduğunu görürüz:

Bir- Mucize ile gelen Nebinin, kavmi nezdinde nübüvvetine ve risaletine delil olacak bir olgu olması için mucizeye konu olan olay, yaratılış kurallarına aykırı şekilde cereyan eder. İbrahim (as) kıssasında olduğu gibi, yakma özelliğine sahip olan ateşin yakmaması; Mûsa (as) kıssasında olduğu gibi, asanın yılana dönüşmesi; İsa (as)’da olduğu gibi, ölüleri diriltmesi ve körleri iyileştirmesi gibi olaylar, bunun örnekleridirler.

İki- Kendi varlığı ile bir mucizeliği sağlayan nebilerin durumu, özel nitelikli kevni âyetlere örnektir. İsa (as)’ın, hiç evlenmemiş olan annesinden doğması olayında olduğu gibi. Yani İsa (as)’ın bizzat kendisi bir mucizedir. Annesinin evlenmeden onu doğurmuş olması, hem kendisine hem de annesine ait bir mucizedir. Allah (cc), şöyle buyurmaktadır:

"Meryem oğlunu da, annesini de mucize kıldık. Her ikisini de pınarı bulunan, oturmaya elverişli yüksek bir yere yerleştirdik." *

Üzeyr (as)’ın dünyada ölmesi, sonra yeniden diriltilmesi de bu türden bir olaydır. Üzeyr (as) İsrail oğullarına gönderilen peygamberlerdendir ki; bu husus, ayette şöylece belirtilmektedir:

"Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi. 'Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek!?' dedi. Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı sonra diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. 'Bir gün veya bir günden az kaldım' dedi. Hayır, yüz yıl kaldın, yiyeceğine ve içeceğine bak, bozulmamış, eşeğine bak ve hem seni insanlar için ayet (mucize) kılacağız…" *

Her iki ayette de görüldüğü üzere hem İsa (as) hem de Üzeyr (as)’ın bizzat kendileri mucizedirler.

Hiç yorum yok:

Blog Listem

  • FİLİSTİNİN TAPUSU.BİZİM ELİMİZDE - 2014 YILINDAN BER, İSRAİLİN UÇAK YAKITI TÜRKİYEDEN GİDİYOR.ÜZGÜNÜM. İSRAİL İŞGALCİFİR.GELDİĞİYERE SÜRÜLMELİ. ERDOĞAN,KUDÜSÜ İSRAİLE SATTI.>>https://yo...
    1 yıl önce
  • ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı - ŞİRK ve KÜFÜR: Kadının Namazı: أَلنِّسَاءِيَّاتْ KADININ NAMAZI EVİNDE OLMALIDIR -2 صلاة المرأة في بيتها -25 الحديث الخامس والعشرون : عَنْ أُمِّ حُمَيهدٍ ا...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal ha...
    10 yıl önce
  • İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR - * İSLÂM’DA LAİKLİK YOKTUR * .إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ Allah katında tek Din İslâmdır. Laiklik; geniş ve basit tanımı ile, dinin siyasal h...
    10 yıl önce
  • REÇETE-şiir - Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıd...
    10 yıl önce
  • SAAT KODLARI - http://sitene-kod-ekle.tr.gg/saat-kodlar&%23305;-flashl&%23305;--k1-.oe.rnekli-k2-.htm
    13 yıl önce
  • Manyaklara Güzel Cevap - ÖRTÜNMEK İSLAMIN EMRİDİR. CHP'den,İSLAM DİNİNE HÜCUM CHP Deşifre Olmuştur Bunlar,Türbanlıyı mahkemeye veriyor,Çarşaflıya rozet takıyor.Halkı aldatıyorlar.
    13 yıl önce
  • HIRİSTİYANLAR PİSLİKTİR SEVİLMEZ - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hıristiyanlar Sevilmez - وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ *(BAKAR...
    14 yıl önce
  • Hak Din İslamdır - *HAK DİN.TEK DİN.İSLAMDIR.* (ÂLİ IMRÂN suresi 19. ayet) إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah’tan...
    14 yıl önce
  • İki Yüzlülük - İki Yüzlülüğün Kötülenmesi 259) İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebile...
    14 yıl önce
  • HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) - 15: HUDÛD (İSLAM CEZA HUKUKU) *BÖLÜM: 1* *Ø** KENDILERINDEN KALEM KALDIRILAN, CEZA VERILMEYEN KIMSELER VAR MIDIR?* *1423-* Ali (r.a.)’den rivâyete göre,...
    15 yıl önce
  • SAPIKLIĞA DÜŞEN KAVİMLERİN GÖRÜŞLERİ - Şimdi bizim sapık kavimlerin rububiyetle ilgili görüşlerini incelememiz Kur’an-ı Kerim’in onları hangi noktalardan ve niçin reddetme yoluna gittiğini ve b...
    15 yıl önce
  • Demokratik çalışma ve amel ilişkisi - *Demokratik Çalışma ve Amel ilişkisi :* İslam adına , müslüman olarak belli bir partinin çalışmalarına katılan kimselerin yaptıkları bu iş, sıhhat şartl...
    15 yıl önce
  • İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT - بســـم الله الرحمن الرحيم "(İyi bilinmelidir ki) Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülecek de değildirler. Onlar, iman edip (gerektiği gi...
    15 yıl önce
  • Çay Sohbeti - *İBN-İ TEYMİYYE** ve İBN-İ TEYMİYYE-7.Cilt ve İBNİ TEYMİYYE-8.CİLT* *İslâm Güneşi,Mekke'den Doğar.Dünyayı Aydınlatır.* *İslâm Bahçesinde,Dinî Yazı,Resim ve...
    15 yıl önce
  • Lanetlikler - الحديث الرابعوالثمانون عن أبي هريرة رضي اللّه عنه قال لَعَنَ رسولُ اللَّهِ صلى اللَّه عليه وسلّم مُخَنَّثِي الرِّجالِ الذينَ يتَبَّهونَ بالنِّساءِوالمُتَ...
    16 yıl önce

Tıkla