Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Siz de üç sınıf olursunuz: İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağlılara! Kötü işler işlediklerini belirtmek için amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o sollulara! İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. Allah’a en çok yaklaştırılmış olanlar, onlardır." *
Allah (cc), cenneti inanan ve itaat eden insanlar için bir sığınak, cehennemi de küfreden ve isyan eden insanlar için bir azap yeri olarak yaratmıştır. Dünyayı ise imtihan alanı olarak yaratmıştır. Bu imtihan alanında kazanan, cennete girer; kaybedene cehennem azabı vardır.
Ancak bu imtihan alanında insan için iki engel vardır ki, bunların biri, diğerinden çok çok büyüktür. Bunların her ikisinden de geçerse büyük bir başarı elde etmiş olur ve içinde sonsuza dek kalmak üzere cennete girer. Eğer bunların her ikisinden de geçemezse, içinde ebedi kalmak üzere cehenneme girer. Şayet bunlardan yalnızca birincisini aşar fakat ikincisini aşamazsa kısmî bir başarı elde etmiş olur; belli bir süre için cehenneme girip çıktıktan sonra da içinde ebedi kalmak üzere cennete girer. Buradaki birinci engel, küfür engelidir. İkinci engel ise, dünya sevgisi engelidir. Kim bu iki engeli de aşamadan önünde kalırsa kafir olur ve amel defteri sol tarafından verilenler grubuna girer. Fakat kim de birinci engeli aşarsa -ki bu başlı başına büyük bir olaydır- fakat ikinci engeli aşmayıp ikisi arasında bir yerde kalırsa, mümin kimse sayılır ve kitabı sağ tarafından verilenler grubuna girer. Eğer ikinci engeli de aşarsa müttaki müminlerden, Allah’a çokça yaklaştırılanlardan olur.
İnsanlar üç kısımdırlar: Kafirler, müminler ve muttaki müminler. Birinci engel küfür engeli olup Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in onun Rasülü olduğuna şehadet etmekle aşılır. Buna, kim gerçekten şehadet ederse, kafirler zümresinden çıkarak müminler grubuna dahil olur. İkinci engel ise dünya sevgisi engelidir. Bu engel, ahiret sevgisi, ahiret için çalışmakla, ahireti dünya sevgisine tercih etmekle aşılır. Kim de bunları yaparsa, muttaki müminler zümresine dahil olur.
Yukarıda anlatılanlar Allah’ın, müminleri ebedi olarak cehennemde bırakmayıp kurtaracağını ve onları cennetine koyacağı vaadini göstermektedir. Öyleyse müminlere düşen görev: geçici olan bu cehennem azabından kurtulabilmek için dünya engelini aşmaya çalışmaktır. Bu engeli aşan kimse, cehenneme girmekten emin olur; az veya çok cehennem azabı isabet etmeyenlerden sayılır. Dünya sevgisi, müslümanların önündeki tek engeldir. Nefislerine karşı koyup dünya engelini aşanlar, azaptan kurtulurlar ve cennette yüksek derecelere girmeye hak kazanırlar. Şayet dünyayı severler ve ahirete tercih ederlerse işleri, Allah’a kalmış olup yaptıklarından dolayı Allah, dilerse onlara azap eder, dilerse onları bağışlayıp cennetine koyar; fakat onlar, cennette yüksek makamları elde edemezler. Öyleyse müslümanlar açısından korku, ikinci engelden gelmektedir. Onlar için dünya sevgisi, dünya için yarışma tehlikesi vardır. Mümin olduktan ve küfrü arkalarına bıraktıktan sonra, imanlarından tekrar dönmedikleri sürece müslümanlar için, birinci engelden gelen bir korku söz konusu değildir. Ukbe b. Amir’den:
"Rasulullah (sav) Uhud’da öldürülenler üzerine namaz kıldı, sonra minbere çıktı ve sanki canlı olanlar (da) dirilere (de) vedalaşıyormuşçasına veda etti ve şöyle dedi: … Ben, benden sonra sizin şirke düşmenizden korkmuyorum. Fakat ben, sizin dünyanızdan, dünyayı istemenizden, dünya için öldürmenizden ve tıpkı sizden öncekilerin helak olması gibi, sizin de helak olmanızdan korkuyorum." *
Ebu Said el-Hudrî’den: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey Allah’ın, yerin bereketinden sizin için çıkarttıklarıdır. Denildi ki: Yerin bereketi nedir? Dedi ki: Dünya sevgisi, süs ve güzellikleridir…" *
Birçok ayette dünya sevgisine, dünyayı ahirete tercih etmeye karşı bir uyarı vardır.
"Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak, hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah, ahireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür, hakimdir." *
"Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah yolunda savaşa çıkın denildiği zaman yere çöküp kaldınız? Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oluyorsunuz? Oysa dünya hayatının geçimi, ahirete göre pek az bir şeydir." *
"Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret, daha hayırlı ve daha bakidir." *
Bu âyetlerde ve daha birçok ayette, dünya sevgisinin ahiret sevgisine tercih edilmesine karşı uyarılar yer almaktadır. Zira dünya sevgisinin sonu, cehennem azabıdır. Âyetler dünyayı ahirete tercih etmenin, kafirlerin takip etmekte olduğu bir yol olduğunu beyan etmektedir.
"Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam veririz; onlar, orada bir eksikliğe de uğratılmazlar. İşte ahirette onlara, ateşten başka bir şey yoktur; işledikleri şeyler orada boşa gitmiştir." *
"Yerde ve göklerde olanlar Allah’ındır. Uğrayacakları çetin azaptan dolayı, kafirlere yazıklar olsun. Onlar, dünya hayatını ahirete tercih ederler; Allah’ın yolundan alıkoyup onun eğriliğini isterler. İşte onlar, uzak bir sapıklık içindedirler." *
"Artık kim haddi aşmışsa ve dünya hayatını tercih etmişse, şüphesiz ki onun varacağı yer cehennemdir." *
Bu nedenledir ki zeki ve akıllı müslümanın, kendisini dünyanın tuzaklarına düşmekten kurtarması ve ahiret için çalışması gereklidir. Çünkü ahiret, varılacak olan son yerdir, gerçek hayattır. Şeddad b. Evs’den: Nebi (sav) şöyle buyurdu:
"Zeki olan kimse, nefsine tabi olmadan ölümden sonrası için çalışandır. Âciz kimse ise nefsine tabi olup Allah’a minnet edendir." *
Hadiste yer alan kelimesi çok zeki kimse demektir. Aişe (r.anha)’den: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Dünya, yurdu olmayanın yurdu, malı olmayanın malıdır. Ancak aklı olmayan kimse dünya için toplar." *
Gerçekte hiçbir değeri olmayan, ahiret yanında ise değeri adeta sıfır olan bu dünya için insanların birbirleri ile kavga etmeleri gerçekten çok gariptir. El-Müstevred Kardeşi Fehr oğlundan Nebi (sav)’nin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Dünyanın ahiret yanındaki değeri, sizden birinizin parmağını okyanusa daldırıp oradan çıkarması gibidir. Bir baksın bakalım, parmağıyla ne elde edebilmiş." *
Mesher b. Sa’d’dan Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Şayet dünyanın, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, oradan tek kafire içmek için su bile vermezdi." *
Müstevred b. Şeddad’dan:
"Ben Rasulullah (sav) ile birlikte şişmiş bir koyun leşinin kenarında…..Rasulullah (sav) şöyle dedi: Şunun sahibi için, bunun ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? Dediler ki Değersiz olan nedir ey Allah Rasülü? Dedi ki: Dünya, Allah’a, şu koyun leşinin sahibi yanındaki değeri kadar bile değerli değildir." *
Eğer dünyanın değeri bir damla su kadar ise, Allah katındaki değeri bir sivrisineğin kanadı kadar bile olamaz. Eğer dünyanın, Allah katında koyun leşi kadar bile değeri yoksa, akıllı ve zeki bir müslümanın dünyaya aldanarak, genişliği yer ve gök kadar olan ebedi cennet nimetlerini tepmesi akıllıca bir davranış olur mu? Hele hele Rasulullah (sav)’in şu sözünü işittikten sonra:
"Cennette bir kamçı kadar yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Öğleden önce veya sonra bir kerecik Allah yolunda yola çıkış, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır." *
Durum bu iken, neden bir kamçı kadar yer için kavgalar yapılmakta, bir yarışa girişilmekte ve Allah’ın cennette hazırladığı geniş nimetler, nefislerin arzuladığı ve gözlerin tad aldığı nimetler terk edilmektedir? Rasulullah (sav)’in kıymetli ellerini, Abdullah b. Ömer’in omuzuna koyarak şöyle söylediğine kulak verilmiyor mu.
"Dünyada garip bir kimse veya yolcu gibi ol." *
Rasulullah (sav) şöyle buyuruyor:
"Dünya müminin hapishanesi kafirin ise cennetidir." *
Allah Rasülü (sav) böyle buyurduğu halde, dünya bir hapishane olarak tasvir edilmesine ve de hapishaneden çıkmadıkça tek sığınacağı yer olan eve, cennete giremeyeceğine göre; insan neden dünyadan hiç göçmeyecek ve sonsuza kadar kalacakmış gibi yaşıyor? Bu soruya şöyle cevap verilir: Bu hadisleri işiten müslümanın aklını ve zekasını, ancak hevaya tabi olmak örtebilir. Zira "heva", dengenin tersyüz edilmesine, akıllı ve zeki bir müslümanın dünyayı ahiretten daha üstün görmesine, Allah’ın şeriatına bağlı kalmakla kendisi arasında bir engel olmasına, haramların ve münkerlerin işlenmesine, dünya zevklerinin peşinde koşuşturulmasına, dünyadan ve dünyevi çıkarlardan faydalanarak ahiret nimetlerini ve Allah’ın rızasının terk edilmesine tek başına yeterlidir. Heva ve dünya sevgisi tek şeydir, aynı sınıftır, biri diğerinden ayrı değildir. Allah korkusu ve ahiret için çalışmanın karşıtıdırlar. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Artık kim haddi aşmışsa ve dünya hayatını tercih etmişse, şüphesiz ki onun varacağı yer cehennemdir. Kim de Rabbinin makamından korkup nefsini heveslerden koruduysa, şüphesiz ki onun varacağı yer cennettir." *
Kim hevasına sarılır ve tabi olursa, kim hevasını esas alır ve ona tabi olursa dünyayı, ziynetlerini ve süslerini sevmiş olur. İnsanın aklını köreltmesi ve onu doğru olandan hak olandan uzaklaştırması, batıl ve münker ile kuşatması, hevanın tabiatında vardır. Zina eden, içki içen, hırsızlık yapan, faiz alan veya veren, haksız yere bir müslümanı öldüren, namazları terk eden, zekat vermeyen veya davayı yüklenmekten ve bu uğurdaki sıkıntılara, zorluklara katlanmaktan sakınan kimse hevasına tabi oluyor, dünyayı seviyor demektir. Yoksa akıl, ahiretin hayrı ile dünyanın şerri ve fitnesi arasında; Allah’ı razı etmek için yapılan şer’î hükümlere göre yaşamakla elde edilecek üstünlükle, Allah’ın öfkelenmesine neden olan şer’î hükümlere muhalefet edilerek işlenen günahlar ve düşük davranışlar arasında ayırım yapabilecek güce sahiptir. Eğer aklı körelten heva olmasaydı, müslüman, ancak şer’î tekliflerin muhatabı olmayan akılsız ve delilerin yaptığı gibi; dünyanın peşinden koşarak ahireti terk etmezdi. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Sabah akşam Allah’ın rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmasını unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek, hevesine uyan kimseye uyma." *
"Onlardan (müşriklerden) seni dinleyenler vardır. Sonra senin yanından çıkınca bilgili kimselere: Az önce ne demişti, diye sorarlar. İşte bunlar, Allah’ın, kalplerini mühürlediği, kendi hevalarına uyan kimselerdir." *
Heva, kalbin haktan gafil olmasına ve kalbin mühürlenmesine neden olur. Haktan gafil olan ve kalbi mühürlenen kimsenin, günahlar ve münkerler ameli; dünya, tek derdi olur. Tüm bunların neticesi ise sapmak/sapıklık ve kötü sonuç demektir. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Eğer sana cevap vermezlerse, onların sadece heveslerine uyduklarını bil. Allah’tan bir yol gösterici olmadan, hevesine uyandan daha sapık kim vardır? Allah, zalim milleti şüphesiz ki doğru yola eriştirmez." *
"Rabbinin katından bir belgesi olan kimse, kötü işi kendisine güzel gösterilen kimseye benzer mi? Bunlar heveslerine uymuşlardır." *
Günümüz müslamanlarının çoğunluğu, dünyayı çokça sevmekte; hevaları, şer’î hükümlere bağlı kalmaktan onları engellemekte; hristiyanlar, yahudiler ve hindular, üzerlerinde hakimiyet kurarak onlara zilletin ve aşağılanmanın en acısını tattırmakta; başlarına yönetici olarak atadıkları ve tek dertleri İslâm davetini taşıyan, müslümanları bu kafirlerin tasallutundan kurtarmak için çalışan ihlaslı müslümanlarla savaşmak olan cehennem ehlinden kişiler aracılığıyla, geleceklerine hükmetmektedirler. Bu nedenledir ki farenin, aslan karşısındaki gücünden daha fazla bir gücü olmayan yahudilerin, bizlere karşı yiğitlik taslamaları, mukaddesatımıza karşı dil uzatmaları garip değildir. Çünkü biz, dünyayla seviştik, dünyayı ahiretimize tercih ettik bu nedenle de Allah kalplerimize "vehn" bıraktı ve kafir düşmanlarımız karşısında bizi, zayıf hale getirdi. Bu hususla ilgili bir hadiste şöyle denilmektedir:
Sevban rivayet ediyor. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Sizin üzerinize milletler (müslüman olmayanlar) adeta bir yiyeceğe üşüşür (vahşi hayvanlar) gibi üşüşecekler. Orada bulunanlardan birisi şöyle dedi:
- Bu durum bizim azlığımızdan mı olacak? Allah Rasülü (sav);
- Hayır! Bilakis siz çok olacaksınız. Fakat sizin çokluğunuz suyun üzerindeki çer çöp gibi olacaktır. Allah düşmanlınızın kalbinden sizin korkunuzu sökecek de sizin kalbinize vehn bırakacak. Orada bulunanlardan birisi:
- Vehn nedir ey Allah Rasülü?
- Vehn dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır." *
Aynı hadis Ahmed b. Hanbelin rivayetinde ise şöyle geçmektedir:
"…Siz çok olacaksınız, fakat sizin kalbinize vehn bırakılacak. Vehn nedir ya Rasulallah? Dedi ki: Dünyayı sevmek ve savaşmaktan (cihaddan) hoşlanmamaktır." *
Dünya sevgisi, fert fert ve topluluklar halinde müslümanları, dinlerinin hükümlerine bağlanmaktan engelleyen, saptırıcı zalimlerin yoluna, bugün yaşadığımız gibi, helake sürükleyen, yüzlerine inen şiddetli bir şamardır. Çok çok az sayıdaki özürlü olanların ve daveti taşımak için kendilerini; dünya sevgisinden dolayı Allah yolunda cihaddan hoşlanmayan müslümanları uyaranların, müslümanları Ahiret sevgisine, şer’î hükümlere bağlanmaya, üzerimizdeki kafirlerin tasallutundan kurtuluncaya, izzet ve şeref yeniden bizim oluncaya kadar yeryüzünde Allah’ın dinini ikame için çalışmaya yönlendirenlerin dışında; bugün, ikinci engeli aşarak bu şiddetli tokattan kendisini kurtarabilen kimseyi göremiyorum. Daveti taşıyan; söz, fiil ve ahlâk olarak kendinde İslâm’ı temsil eden, şer’î hükümlere eksiksiz bir şekilde bağlanan kimsedir. Çünkü daveti taşımayı terk eden kimse, çok büyük bir günah kazanacağı gibi, sürekli namaz kılan ve oruç tutan bir abid olsa bile belki de cahiliye ölümü ile ölecektir. Müslüman, kamil bir şekilde şer’î hükme bağlanmak ve her türlü noksanlıklardan münezzeh olan Rabbi’nin rızasına kavuşmak istiyorsa; namaz, oruç, hac, zekat, zikir gibi ibadetleri yerine getirmenin, günahlardan ve münkerlerden sakınmasının yanısıra, daveti taşıması ve çalışmasını İslâm’la canlandırması gerekir. Aksi halde görevini eksik yaptığından dolayı günahkar olur.
İslâm, başlıca iki şeyi yapmamızı: İslâm’ı yaşamamızı ve insanlara taşımamızı emretmektedir. Daveti insanlara götürmeden İslâm’ı yaşamak, istenenin yarısını yerine getirmek demektir. Yine daveti insanlara götürmesine rağmen İslâm’ı yaşamamak da istenilenin yarısını yapmak demektir. İstenilenin tamamını yerine getirmek, her ikisinin de bir arada yapılması ile sağlanır. İşte böylece şahsında İslâm’ı temsil eden davet taşıyıcısının, şer’î hükümlere bağlanması gerçekleşir. Daveti taşıyan kendisinden istenilenlerin tümünü yerine getirir. Allah’tan gerçekten, hakkıyla sakınır. Dünya sevgisine ahireti tercih ettiği, ahiret için çalıştığı zaman, ikinci engeli aşma sıfatına sahip olur ve alemlerin Rabbi’nin izniyle "öncülerden" olur.
İslâm, müslümanın dünyadaki nasibini almasını ve temiz olanlardan faydalanmasını engellemez. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
"Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet. Dünyadaki nasibini de unutma." *
"De ki: Allah’ın kulları için çıkarttığı ziyneti ve temiz rızıkları haram kılan kimdir? Bunlar, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet gününde de yalnız onlar içindir. Bilen kimseler için âyetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz." *
Fakat dünya hayatındaki nasibin alınması ve temiz olanlardan faydalanılması, helal olanlarla ve Allah’ın şeriatına göre hareket etmekle sınırlıdır. Dünya malına, faizle veya aldatma ile değil, satın alma veya satma yoluyla sahip olmak doğrudur. Sahip olunan dünya malının yiyeceğe, giyeceğe, meskene, diğer ihtiyaçların karşılanmasına harcanması ve muhtaç olanlara tasadduk edilmesi doğrudur. Fakat içkiye, gösteriş için verilen ziyafetlere, dans salonlarının ve eğlence yerlerinin inşasına harcanması doğru değildir. Dünya hayatında nikah, zina ile değil evlilikle gerçekleşir. Elbiseler avreti örtmesi, soğuktan koruması için giyilir, gösteriş ve böbürlenme için giyilmez. Atın terbiye edilmesi, kişinin hanımı ile oynaşması ve atış talimi gibi dünyevi eğlencelerde bulunmak doğrudur. Zira Allah Rasülü (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Müslüman bir adamın yayı ile ok atması, atını eğitmesi ve hanımı ile oynaşması dışında kalan her türlü eğlencesi boştur." *
Kumar oynamak, dans ve şarkı meclislerinde erkeklerle kadınların karışık halde bulunduğu mekanlarda yüzmek, doğru değildir. Dünya evlerinin, sahibini koruyacak ve ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yapılması doğru olanıdır; çokça odası bulunan, aşırı lüksü barındıran, zenginliği ve mal çokluğunu göstermek için aile bireylerinin ihtiyacından çok çok öte bir konumda olan köşkler şeklinde yapılması doğru değildir.
"Rasulullah (sav) dışarı çıktığında yüksek bir kubbe gördü ve Bu nedir? diye sordu. Orada bulunanlar Ensar’dan falan adama aittir dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) bir şey demeden sustu ve söyleyeceği şeyi içinde sakladı. Kubbenin sahibi geldiğinde insanların arasında bulunan Rasulullah’a selam verdi fakat Allah Rasülü ondan yüz çevirdi ve bunu birkaç defa yaptı. Bunun üzerine adam Rasulullah’ın bir şeyden dolayı kendisine kızdığını ve bu nedenle yüz çevirdiğini anladı. Bu durumu arkadaşlarına sordu ve onlara: Allah’a yemin olsun ki ben Rasulullah’ın hoşlanmadığı neyi yaptım deyince şöyle dediler: Rasulullah (sav) dışarı çıkınca senin kubbeni gördü dediler. Bunun üzerine adam geri döndü ve yaptığı kubbeyi yerle bir oluncaya kadar yıktı. Aynı gün Allah Rasülü dışarı çıktığında kubbeyi göremeyince kubbeye ne olduğunu sordu. Orada bulunanlar: Senin kendisinden yüz çevirme nedenini bize sorunca biz de ona olayı anlattık bunun üzerine sahibi kubbeyi yerle bir etti, dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle dedi:
"Yapılan her binanın sahibi için bir vebalı vardır. Ancak bir durumda, kendisine lazım olması halinde vebal yoktur." *
Düşmanla savaşmak, onu yenmek ve ülkelerini fethetmek; Allah yolunda yapılan bir cihad ve O'nun yüce dinini yaymak için yapılırsa doğrudur. Cihad, dünyalıklardan herhangi birisini elde etmek için yapılmaz.
"Adamın birisi şöyle dedi: Ya Rasulallah! Bir adam Allah yolunda cihad etmekle birlikte dünyalıklardan da kazanmak istiyor. Rasulullah (sav):
- Onun için sevap yoktur. İnsanlar bu cevaba çokça şaşırdılar ve soru soran adama:
- Git ve Rasulullah’a tekrar sor, belki de onu anlamamışsındır, dediler. Adam Rasulullah’a giderek tekrar şöyle dedi:
- Ey Allah’ın Rasülü! Ya Rasulallah! Bir adam Allah yolunda cihad etmekle birlikte dünyalıklardan da kazanmak istiyor. Rasulullah (sav):
- Onun için sevap yoktur, dedi. İnsanlar soru soran adama:
Git ve Rasulullah’a tekrar sor diye diretince adam üçüncü defe sorusunu tekrarladı. Rasulullah (sav) ona:
- Onun için sevap yoktur, dedi" *
Bu nedenle müslümanlar ve davet taşıyıcıları dünya sevgisinden ve Allah’ın şeriatı dışında dünyadan faydalanmaktan, dünyayı ahirete tercih etmekten sakınmalı; ahireti elde etmek, takva ile Allah’a yaklaşmak, dolayısıyla da sorgusuz sualsiz bir şekilde cennetine giren öncülerden, cennete yaklaştırılanlardan olmak için yoğun bir çaba içerisinde bulunmalıdırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder